
Ramazan Arınmanın İlkbahar Mevsimidir
Serap Oruç
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyleyse içinizden kim bu aya erişirse onu oruçlu geçirsin…” (Bakara, 2/185)
Ramazan, aç kalınan bir ay değil; ruhun arınma, sabrın ve şükrün en güzel şekilde tecrübe edildiği bir ilkbahar mevsimidir. Kur’an’ın bizlere rehber olarak indirildiği bu ayda, onun ışığında hayatımıza yön vermeye gayret etmek en büyük kazanımımız olacaktır.
Ne yazık ki Ramazan bilinci her geçen yıl yavaş yavaş eksiliyor, anlamını yitiriyor. Oruç ibadeti sadece açlıkla sınırlı kalıyor. Alışveriş listesi, gösterişli iftar sofrası için emek verme gayreti öne çıkıyor. Ramazan’ın gerçek bereketinden, bizi kuşatmasından ve düzeninden ruhumuz kendi sayemizde mahrum bırakılıyor.
Yalnızca açlık kontrol edilmeli gibi düşünülürken hırs, öfke, nefret dizginlenmiyor. Kalbimizi, aklımızı ve dilimizi terbiye etme yönü geri planda kalıyor. Oysa Ramazan, dünya nimetlerine kanaat etmeyi, musibetler karşısında sabrı ve diliyle hayır söyleyen bir kul olmayı; dönüşümü, hatırlayışı ve arınmayı yeniden öğrenebilmemiz için bizlere geliyor.
Unutulmaya yüz tutmuş değerlerimizi kalbimize yeniden nakşetme fırsatını sunuyor.
Bu mübarek ay, bizden yalnızca midemizi değil, nefsimizi de terbiye etmemizi istiyor. Kanaatkâr olmayı, sabretmeyi, dilimize hâkim olmayı öğretiyor. Başımıza gelen musibetlerde isyana düşmeden, her şeyin O’ndan geldiğini bilerek şükretmeyi hatırlatıyor. Çünkü Ramazan, dünya nimetlerine kapılmadan, asıl nimet olan kulluğu idrak etmemizi bizlere söylüyor.
Eski Ramazan gecelerini hatırlayın… Sokaklarda yankılanan Karagöz ve Hacivat oyunlarının alanlarında ki neşeli sesleri… O sahnelerde sadece gülmek yoktu; hayata dair derin dersler de vardı. Karagöz’ün patavatsız sözleriyle cehaleti, Hacivat’ın ince zekâsıyla bilgeliği gösterirlerdi. İnsanlar bu oyunlarla sadece eğlenmez, aynı zamanda iyiliği, dürüstlüğü ve sabrı öğrenirdi. Ramazan, bir yandan ruhu arındırırken, bir yandan da insanları birbirine yakınlaştırırdı.
Peki ya şimdi? O eski Ramazan’ın izleri hâlâ bizimle mi? Sofralarımız zenginleşirken, gönüllerimiz fakirleşti mi? İftar vaktinde ekrana mı bakıyoruz, yoksa yanımızdakiyle ya da aklımıza gelen bir dua taliplisiyle dua mı paylaşıyoruz? Oruç tutarken sadece aç mı kalıyoruz, yoksa dilimizi, gözümüzü, aklımızı, kalbimizi de haramlardan uzak tutabiliyor muyuz? Oruçlu iken yenilip içilmeyeceğinin bilincini, kul hakkı konusunda da aynı hassasiyetle gözetebiliyor muyuz?
Belki de Ramazan bilincini yeniden kuşanmanın vakti bu yıl gelmiştir bize. Bu ayın, Rabbimizin bize bir lütfu olduğunu tekrar hatırlamalıyız. Çünkü Bakara Suresi 185. ayet, Ramazan’ın yol gösterici olduğunu söylüyor. Yol gösteren bir ayı yalnızca aç kalınan günlere indirgemek, onun özünü kaybetmemiz demektir.
O hâlde, bu Ramazan’ı eski ruhuyla, eski neşesiyle, eski derinliğiyle yaşamak için gayret gösterelim. Oruçlarımızı yalnızca midemize değil, ruhumuza da tutturalım. Sofralarımızı sadece yiyecekle değil, muhabbetle de donatalım. Karagöz ve Hacivat’ın gölge oyunlarındaki gibi bazen bir tebessümle, bazen bir derin tefekkürle Ramazan’ın izini sürelim. Çünkü Ramazan, sadece bir ay değil, bilinçimizin arınıp tazelendiği bir ilkbahar mevsimidir. Onu hakkıyla yaşamak, yeniden çiçeklenmek duasıyla…
Saygılar.