Serap Oruç

Gönüllere Dokunalım

Serap Oruç

Bazı insanlar dünyadan yalnızca geçip gider; sessizce, iz bırakmadan. Rüzgâr nasıl bir yaprağı alır ve bilinmez diyarlara savurursa onlar da öylece savrulup kaybolur.

Arkalarında ne bir dua bırakırlar, ne bir hatıra ne de bir gönülde sıcak bir iz.

Fakat bazıları da vardır ki, yürüdükleri dönemeçli yolları geçerken iyilikle, sevgiyle ve içtenlikle aydınlatırlar. Onlar, bir gönüle dokunmanın, bir insana umut olmanın bu dünyadaki en büyük kazanç olduğunu bilirler. Onlar, taht ya da taç peşinde koşmaz; çünkü asıl fethedilmesi gerekenin gönül olduğunu bilirler.

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’ denildiğinde, ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Peki, ya ataları bir şeye akıl erdirememiş, doğru yolu bulamamışlarsa?”

(Bakara Suresi, 170. Ayet)

Rabbimiz bizlere bir hakikati hatırlatıyor: Düşünmeden, sorgulamadan, yalnızca atalarının izinden gitmeyi seçenleri.

Ya onların yolu yanlışsa?

Ya yürüdükleri yol onları karanlığa götürüyorsa? Onlar hiç düşünmezler mi?

Hakikati görmeye çalışmazlar mı?

Aklını, vicdanını ve kalbini kullanmayan insan, ne kadar yaşarsa yaşasın, aslında bir ömrü boşa harcamış olmaz mı?

Ve Rabbimiz bir diğer ayetinde bu durumu öyle güzel anlatıyor ki:

"Onların durumu, haykırarak çağırıp seslendiği hâlde sadece işitme yetisi olan (ama söyleneni anlamayan) hayvanlara benzer. Onlar sağırdır, dilsizdir, kördür; bu yüzden akıllarını kullanmazlar.”

(Bakara Suresi, 171. Ayet)

İşitmeyen, görmeyen ve düşünmeyenlerin hâli, çobanın hayvanlara seslenmesi gibidir. Onlara ne anlatırsanız anlatın, ne kadar yaklaşırsanız yaklaşın, anlamazlar. Çünkü duymak için yalnızca kulak yetmez; görmek için yalnızca gözler yeterli değildir. Asıl mesele, gönlü açık tutmaktır. Çünkü gönlü kapalı olan insan, en aydınlık yerde bile yolunu kaybeder.

Fakat Rabbini bilen insan…

İşte, o asla kaybolmaz. O, her adımını farkında olarak atar; gördüğü her insana bir tebessüm bırakır, elinden geldiğince bir yaraya merhem olmaya çalışır. O, sadece yaşamak için değil, yaşatmak için de vardır. Bir yetimin başını okşamak, bir gönlü sevgiyle sarıp sarmalamak, bir insana “Yalnız değilsin.” diyebilmek onun için en büyük bahtiyarlıktır. Çünkü o bilir ki insanın gerçek mirası, malı mülkü değil; dokunduğu gönüller, bıraktığı iyiliklerdir.

Peki ya biz? Biz nasıl hatırlanacağız? Unutulup gidenlerden mi olacağız, yoksa bir yürekte güzel bir dua gibi yaşamaya devam edenlerden mi?

Dünya dönüp duruyor ve zaman, biz fark etmesek de usulca akıp gidiyor. Bugün bir gönüle merhem olabiliyorsak, bir insana umut verebiliyorsak, işte o zaman gerçekten yaşıyoruz demektir.

Öyleyse yazıma şu sözlerle son vermek istiyorum: Gelin, hakikati görenlerden olalım; tahtlar ve taçlar peşinde koşmayı bırakalım. Gönüllere dokunalım. Çünkü en büyük zafer, bir gönülde güzel bir hatır ve hatıra bırakabilmektir.

Saygılar.

 

Yazarın Diğer Yazıları