Serap Oruç

Bir Adam Değişti, Bir Dünya Değişti

Serap Oruç

Bilinmeyen bir adımda, bilinmeyen bir duada, bilinmeyen bir soruda, bilinmeyen bir cevapta saklıdır bazen dönüşüm.

Mekke’de güneş çölü kavururken, sokaklarda gölgeler sürünüyordu. Her köşe başında bir fısıltı, bir endişe vardı. O gün, ayak sesleri yankılandı dar sokaklarda.

Ömer bin Hattab’dı bu ayak sesinin sahibi. Sert, cesur, dediğim dedik… Elinde kılıç, kalbinde öfke…

“Bugün bu işi bitireceğim,” dedi. “Muhammed’i öldüreceğim. Daha fazla yaşamayacak.” diyerek yürüyordu.

Ama bilmiyordu ki insan, bazen birini öldürmek isterken kendi kalbini diriltir.

Bilmiyordu ki kılıçla çıktığı yol, secdeyle bitecekti.

Yolda biri önünü kesti:

“Ey Ömer, gitmeden önce sen kendi kız kardeşinin evine bak. Kız kardeşin Fatıma ve enişten Said de ona inandı.”

Ömer’in gözleri kıvılcım saçtı. Yolunu kardeşinin evine doğru çevirdi hızla.

Kapıdan içeri adım attığında bir ses duydu.

Kalpten kalbe akan bir ses:

“Tâ-Hâ… Biz bu Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”

İçeri dalıp bağırdı, kardeşini dövdü. Ama Fatıma susmadı.

Yüzü kan içindeydi; gözlerinde ise bir aydınlık…

“İster öldür, ister inan… Biz doğruyu bulduk,” dedi.

O an durdu Ömer. Sarsıldı.

İlk kez, öfkesinin altında bir merhamet hissetti.

“Getirin şu satırları,” dedi.

Kardeşi, “Önce abdest alman lazım,” dedi.

“Olur,” dedi Ömer. Ve kardeşinin tarifiyle abdest aldı.

Titreyerek aldı Kur’an’ı eline. Okumaya başladı.

İşte o an…

Her harf yüreğini deldi.

Her ayet, içinde bir başka fırtınayı dindirdi.

Kılıç düşmedi elinden ama gönlü teslim oldu.

O gün Ömer, doğrudan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) huzuruna çıktı:

“Ben Ömer. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun Resûlü’dür.”

O günden sonra Müslümanlar artık gizlenmiyordu.

Çünkü aralarında artık, korkusuzca arkalarında durabilecek Ömer vardı.

O günden sonra Medine yolları açıldı, İslam’ın sesi daha gür duyulmaya başladı.

Hasılı kelam, Hz. Ömer’in bu hikâyesi sadece bir iman değişimi değil; bir insanın kendi kalbine dönüşüdür.

Çünkü, bir kılıcın yere, bir egonun toprağa düşmesi; bir hakikatin doğmasıdır.

Bugün biz de kendi içimizde nice kılıçlar taşıyoruz:

Öfke, kibir, önyargı, inkâr, yalan, hırs, kıskançlık, gösteriş ve dahası…

Artık elimizde göstere göstere kılıç almıyoruz belki…

Ancak dillerimiz kılıç gibi keskin, kalplerimiz duvar gibi katı.

“Ben neyin peşindeyim? Kalbimle ayaklarımın yönü dengeli mi ilerliyor?” diye kendimize sormuyoruz.

Bizi yorgun bırakan bu çağda, içimizdeki Ömer’in uyanması;

Kendimizi tanımak, kendimizi kontrol edebilmek, kendimizi aşabilmek duasıyla. Saygılar.

 

Yazarın Diğer Yazıları