
Kırsalda Yaşam
Nefise Köylü
Uzun yıllardır köyden-kentlere doğru olan göç eğrisi, özellikle tüm dünyayı derinden sarsan pandemi süreci, astronomik enflasyon oranları, maksimum seviyelere ulaşan hayat pahalılığı ve son olarak ülkenizin başına gelen en büyük felaket olarak tarihe geçen depremlerden sonra bu durum tam tersi bir hal almış durumda.
Artık, kentlerden - köylere göç dönemi başlamış durumda. Burada bahsettiğim kentler İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropoller. Nüfus oranı çok yüksek olan bu şehirlerde, her geçen gün insanların yaşam kalitesi düşerken, kaygı seviyeleri yükseliyor.
Eskiden, zamanında köyden-kentlere göçmüş ailelerin büyükleri uzun süreler çalışır, emekli olduktan sonra belki bir ihtimal köylerine dönmeyi tercih ederlerdi.
Şimdi bu durumda değişti. Artık yaşlı nüfusun aksine, genç ve hatta eğitim seviyesi oldukça yüksek olan nüfus büyükşehirlerden kaçarak uzaklaşıyor.
Geçenlerde bir arkadaşımla bu konu üzerine konuşurken;
-sanki marketlerde makarnanın fiyatı köyde daha mı ucuz?
-fırında ekmeği daha ucuza mı satıyorlar köylerde?
-su, elektrik satış fiyatları da büyükşehirlerle aynı değil mi?
Gibi sorular yöneltti bana.
Artık son derece kapitalist bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Bu nedenle büyükşehirlerde ne gibi ürünler talep ediyor ve tüketiyorsak aynı ürünleri, aynı kurumsal markaların çatısı altında yaşadığımız küçük ilçe marketlerinde veya köyümüzde ki küçük bakkallarda da bulabiliyoruz.
Dolayısı ile bu kapitalist satış eğrisinin kapsama alanından köye de kaçsanız, uzaya da yerleşseniz kurtulmak mümkün değil ne yazık.
Bu durumda ne makarna köyde daha ucuz, en ekmeğin, ne de suyun elektriğin satış fiyatı daha ucuz. Her şeyin fiyatı kentlerde de aynı- köylerde de…
Ama yediğiniz ekmeğin, makarnanın, içtiğiniz suyun tadı, üzerinizde boğucu günlük yaşam stresi olmadan çok farklı.
Bunu İstanbul’dan-Kastamonu’ya yerleşen, aslen Kastamonulu olan bir arkadaşım şöyle anlatmıştı;
“Nefise, nasıl anlatsam… Sanki Kastamonu’ya yerleştiğimden bu yana aldığım her soluğu içime derin derin çekip huzur buluyorum…”
İstanbul’da doğup büyüyen biri olarak bende 7 yıl önce memleketime dönme kararı verdiğimde ve Kastamonu’ya yerleştiğimde onunla benzer duygular içerisindeydim. Kastamonu- Devrekani ve Başakpınartepe köy arasında geçirdiğim 7 yıl boyunca bu huzur artarak çoğaldı.
Bir insanın, aile içi huzuru kadar, yaşadığı şehir ve o şehir dolayısı ile hissettiği huzur ve güven, yaşam kalitesinin alaşağı olmamasında ki en büyük neden…
Yaşam kalitesinden kastım şu;
Diyelim ki İstanbul, Bahçelievler semtinde 30 yıllık bir apartmanda, belki ilk depremde yıkılacak bir konutta oturuyorum ve iş yerim İstanbul, İkitelli semtinde. Maaşımda iyi, aylık 25.000,00 TL net maaşım var. Bahçelievler semtinden, İkitelli de ki işyerime ulaşabilmek için en az iki toplu taşıma kullanıyorum. İşe zamanında varabilmek için neredeyse iki buçuk, üç saat önce evden çıkıyorum. Yine her akşam işten çıktıktan sonra eve varmam yaklaşık olarak iki buçuk, üç saat sürüyor. Bu durumda iş yerindeki mesai saatlerim ve yolda geçirdiğim zamanı hesaba katınca her gün 8 saat minimum işyerinde, 6 saat minimum yollarda toplamda 14 saat evin dışında, kaosun tam ortasında geçiriyorum. Sonra yorgun, bitkin, düşünüp, konuşmaya takatim kalmamış bir halde eve geliyorum. Umutla hafta sonunu bekliyorum. Hafta sonu geldiğinde Pazar günü temiz hava almak ve belki bir deniz görmek için evden çıkıyorum. O kadar çok trafik ve insan kalabalığı var ki sahile inmeden yoruluyorum.
Okurken bile lanet ettiniz dimi.
Bu durumda aylık kazandığınız bilmem kaç para maaşın sizce ne kadar önemi kalıyor?
Bu sebeple, özellikle eğitim seviyesi yüksek ve bilinçli genç nüfusun hızla büyükşehirlerden, köylerine göç ettiğini görüyoruz.
Peki örneğin koskoca bilgisayar mühendisi köyüne göçtüğü zaman köyde ne iş yapacak?
Kırsalda yaşam nasıl işliyor?
Öncelikle artık online bir dünyada yaşıyoruz. Çoğumuzun işleri zaten online kanallar üzerinden evlerimizden de kolayca takip edilebiliyor. Bu olanaklar sayesinde büyükşehirlerden köylerine göçen nüfus kesintisiz, eğer devam ettirmek istiyorsa işlerine devam ediyorlar.
Stres yok stres…
Para sizin üzerinizdeki stresi yok etmeye asla yetmeyecektir.
O yüzden para az olur, çok olur… Çalışan her yerde ekmek bulur. Önemli olan huzuru bulabilmek, aldığın nefesi hissedebilmek, sevdiğin insanlara güler yüzle bakıp sohbet edebilmek.
Tavuk yetiştiren doktor arkadaşım var mesela. Hatta eski buzdolabının içine ilkel bir kuluçka mekanizması kurmuş... Civcivleri de kendi tavuklarının civcivleri. Ama nasıl heyecanla bunu anlatıyor.
Yonca ekip, bu yıl kaç biçim yaparız, ne zaman sulasak iyi olur diye bu işin erbabı olmaya çalışan eski satış personeli arkadaşımda var. Yoncalarını nakliye hariç satmak için bir alıcı bile bulmuş çoktan.
Kırsala yerleşip, huzuru bulup, öyle değişik işleri meşgale edinen dostlarım var ki bazen onların bu heyecanlarını gördükçe bende enerji duyuyorum.
Tarlayı ekersin, buğdayı toprağa serpersin, hasılda 1’e -10 mu verir? Allah bereket versin. O buğday tanelerinin büyümesini beklersin, sonra biçip kilere koyduğun buğdayın unu ile bir ekmek pişirir yersin, işte o zaman bu yazımda ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsın.
Herkes huzurlu yaşamayı hak eder.
Ama İstanbul vb. metropollerde, her ay, her yıl birbirinin aynı günleri yaşayıp duran ve o büyük şehirlerin betonunun içine sıkışan insanlar bence çok daha fazla huzurlu yaşamayı hak ediyorlar. Çünkü bitkin ve bezmiş durumdalar.
Hepsine en yakın zamanda aradıkları huzuru belki köylerinde, belki tarlalarında, belki bahçelerinde bulmalarını temenni ediyorum.