Nefise Köylü

Hu Hu Enflasyon Kardeş Neredeydin? Nerelere Geldin?

Nefise Köylü

Konuya ilişkin kelimelerin tanımsal anlamlarını vererek yazıma başlamak istiyorum.

Emisyon nedir?

Emisyon, piyasaya sürekli kağıt para sürülmesi, yani darphanenin sürekli kağıt para basarak piyasaya sürmesi demektir.

Enflasyon nedir?

Enflasyon, mal ve hizmetlerin fiyatlarının kontrolsüz artmasıdır. Artan bu fiyatlar karşısında halkın alım gücünün değer kaybetmesidir.

1923-1950 ‘li yıllar

Osmanlı döneminde yüksek miktarda emisyon artışı yapılmıştı. I. Dünya Savaşı'nın finansmanı amacıyla Osmanlı Devleti tarafından dolaşımdaki para sürekli artırıldı. 1917 başında 50 milyon lira olan dolaşımdaki kaime (kağıt para) aynı yılın sonunda 100 milyon liraya ulaşmıştı. Bu durum ise piyasadaki ürün fiyatlarının 20 kata varan oranda artmasına ve şiddetli bir enflasyona neden oldu. Yüksek emisyon artışının getirdiği enflasyon ortamının yeniden yaşanmaması için Cumhuriyetin ilk yıllarında para arzının artırılmamasına gayret edildi. Yani piyasaya kağıt para sınırlı sayıda sürüldü. II. Dünya Savaşı koşullarına kadar bu politika izlenerek para arzı ciddi oranlarda artmadı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk lirasına yönelik bir politika belirleyecek Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası henüz kurulmamıştı. Büyük Buhran'ın etkileri, ithal ürünlere yönelik aşırı talep, hammadde ve tarım ürünleri fiyatlarındaki gerileme nedeniyle Türk lirasının değerinde aşırı düşüş yaşandı.  Buna yönelik "Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu" çıkarıldı. 11 Haziran 1930'da Merkez Bankası kurularak Osmanlı Bankası'nın görev ve yetkilerine son verildi. Merkez Bankası, emisyon artışı politikası izlemeyerek paranın değerinin koruyacak kararlar almıştır. Yani piyasaya kağıt parayı sınırlı sayıda arz etme yoluna gittiler… Merkez Bankası kurulduktan sonra diğer ülke para birimleri karşısına Türk lirası değerlenme sürecine girdi. II. Dünya Savaşı döneminde şiddetli bir enflasyon yaşandı. 1940-1945 yıllarındaki yüksek enflasyona yönelik piyasadaki paranın azaltılması amacıyla savaş döneminde servetini haksız olarak artırdığı düşünülen tüccar, büyük çiftçi ve emlak sahiplerinden 11 Kasım 1942 tarihli varlık vergisi alınmaya başlandı. Ayrıca kırsal kesimdeki halktan toprak mahsulleri vergisi alındı. Varlık vergisi 1 yıl sonra, Toprak Mahsulleri vergisi savaş sonunda kaldırılmasına rağmen piyasadan kayda değer miktarda para çekildi. 1943 yılı sonunda Varlık vergisinden elde edilen gelir 318 milyon liraya ulaşmıştı. Yine de uygulanan vergi politikası yüksek enflasyona engel olamadı.

50'li yıllar

1950 Türkiye genel seçimleri ile Türkiye'de 10 yıl sürecek Demokrat Parti iktidarı başladı. Demokrat Parti, devlet temelli bir ekonomi anlayışını terk ederek daha liberal politikalar uyguladı. Bazı ürünler haricinde ithalat büyük ölçüde serbest bırakıldı. Ayrıca ABD kaynaklı düşük faizli krediler ile Marshall yardımları alındı ve piyasaya para arzı artırılarak üretimin ve kalkınmanın artırılması hedeflendi. Yani piyasaya hem fazlası ile kağıt para sürüldü hem de döviz girmesine izin verildi.  1950'den itibaren uygulanan maliye ve para politikaları ciddi enflasyon artışına yol açtı ve 1954'ten itibaren ise kalıcı bir enflasyona dönüştü. Enflasyonun kalıcı hale gelmesi, karaborsacılığın artmasına yol açarak mallara erişmede uzun kuyrukların oluşmasına neden oldu. Tekel ürünleri, kağıt, kömür, Sümerbank ürünlerin yüzde yüze varan oranlarda yükseldi. Ayrıca dış ticaret dengesinin bozulması ülkede döviz darlığına neden oldu. Ekonomik istikrarsızlık Demokrat Parti iktidarına yeni bir ekonomik program uygulamaya mecbur kıldı. 4 Aralık 1958'de alınan "İstikrar Kararları" ile ithalata sınırlamalar getirilerek ithal mallara olan talebin azaltılarak döviz rezervinin artırılması hedeflendi.

60'lı yıllar

1960 darbesinden sonra liberal ekonomi politikalarından vazgeçilip ve 1963 yılından itibaren yürürlüğe konulan kalkınma planı sayesinde planlı ve düşük enflasyon dönemi yaşanmıştır. Burada düşük enflasyon yaşanmasının sebebi darbe neticesinde uygulanan ekonomik kısıtlamalardır. Halk ulusal ve uluslararası ticaret yapamamış, günlük ihtiyaçlarını bile minimum düzeyde karşılayabilmiştir. Dolayısı ile ülkede döviz akışı, petrol alım düzeyi, Türk lirası hareketliliği minimum seviyede kaldığından enflasyon tek hanelere inmiştir.

70'li yıllar

10 Ağustos 1970'te Türk ekonomi tarihinde üçüncü büyük devalüasyon yaşandı. (bkz. 10 Ağustos 1970 kararları) 1970'li yıllarda dünyada yaşanan iki büyük petrol krizi nedeniyle istikrarsız piyasa ortamında fiyatlar yükseldi. 1978-1983 döneminde 4. beş yıllık kalkınma planı uygulamaya geçildi ancak program ekonomide istenilen başarıyı sağlayamadı. Özellikle ülkedeki siyasi istikrarsızlık ve güvenlik problemleri kamu yönetiminin etkinliğinin azalmasına ve bütçe açıklarının artmasına yol açtı. Bu kamu açıklarının merkez bankası kaynaklarından karşılanması, ülkede ithal esaslı sanayinin gelişmesiyle döviz ihtiyacının artması ve petrol krizleri nedeniyle enflasyon ciddi oranlarda yükseldi. 1976'da yüzde 15 olan enflasyon 1979'da yüzde 81'e 1980'de yüzde 115'ye kadar yükseldi.

80'li yıllar

1978 ekonomik krizi sonrası alınan tedbirlerin yetersiz kalması 1980 yılında alınan 24 Ocak kararlarının temelini oluşturur. 24 Ocak kararları ile Türk ekonomisinde köklü değişiklikler yapıldı: Esnek döviz kuru politikasına geçildi, fiyatlar üzerindeki kontrol kaldırıldı ve Türk lirası devalüe edildi ve döviz karşısında Türk lirası yüzde 32.7 değer kaybetti. Bununla birlikte 24 Ocak kararları ile uygulanan disiplinli politikalar neticesinde kamu maliyesinde önemli ölçüde iyileşme gerçekleşti ve enflasyon gerileme sürecine girdi. 1980 yılında yüzde 115,6 düzeyindeki enflasyon 1982 yılı sonunda yüzde 21,9'a kadar geriledi. 1983 yılında Turgut Özal'ın başbakan olduğu 45’inci Türkiye Hükûmeti ile birlikte ihracata dayalı büyüme stratejisine yönelik Türk lirasının değeri düşük tutularak ihracatın artması hedeflendi ve fiyatların piyasa tarafından belirlendiği bir ortamda enflasyon yeniden yükselişe geçti. 1988 yılında enflasyon yüzde 73,7 seviyesindeydi.

90'lı yıllar

1994 yılında Türkiye ekonomi tarihindeki en büyük kamu açığı ve cari açık yaşandı. Bunun sonucunda piyasalarda oluşan devalüasyon beklentisiyle dövize olan talebin artması ve kamunun borçlarını ödeyebilmesi amacıyla faizlerin yüzde 400'lere kadar yükselmesi, 5 Nisan Kararlarının alınması ile sonuçlandı. Tansu Çiller başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonunun oluşturduğu 50. Türkiye Hükûmeti tarafından "enflasyonu hızla düşürmek, TL'de istikrar sağlamak" hedefiyle açıklanan kararlar istenilen istikrarı sağlayamadı. Türk lirası yüzde 38 devalüe edildi. ABD doları birkaç ay içinde 8 bin liradan 42 bin liraya kadar yükseldi. 1994 yılı sonunda enflasyon üç basamaklı olarak yüzde 125,49'a yükseldi. Yıllık enflasyon 1997'de yüzde 91'i bulmuştu. Enflasyonla mücadele amacıyla Merkez Bankası tarafından 1998 yılının başında “Enflasyonla Mücadele Programı” uygulamaya konuldu. Program kapsamında uygulanan politikalar neticesinde 1998 yılı sonunda yıllık enflasyon yüzde 54'e düşmüş olsa da enflasyonu tek haneye düşürme amacına ulaşılamadığı için programın başarılı olduğunu söylemek güçtür. 18 Nisan 1999 genel seçimleri sonrasında kurulan 56. Türkiye Hükûmeti, siyasi istikrar ile yeniden enflasyonu düşürme politikası uyguladı. Merkez Bankası tarafından Aralık 1999'da stant-by anlaşması imzalanarak uygulanacak maliye politikaları ve yapısal reformlar belirlendi.

YILLARA GÖRE ENFLASYON ORANLARI

2000'li yıllar

2000 li yıllar hepimizin malumu, AK PARTİ Hükümetinin ülke yönetimine tek iktidar olarak seçilmesi ve devamında 21 yıldır ülke yönetimine istikrarlı bir şekilde devam ettiği süreci kapsıyor.

İstikrardan derken, Türkiye Devletinin ortalama 85 milyon nüfusa sahip halkının, 2002 yılı seçimlerinden bu yana yapılan tüm genel seçimlerde istikrarlı bir şekilde DEMOKRATİK ORTAMDA, KENDİ ÖZGÜR İRADELERİ İLE AK PARTİ HÜKÜMETİNİ iktidara seçmesinden bahsediyorum…

Yoksa hükümet görevini istikrarlı bir şekilde yerine getirmiştir ya da getirmemiştir. Bu kısma ilişkin görüşler, tabi ki kişiden kişiye değişecektir. Genel anlamda baktığımız zaman, Osmanlı İmparatorluğunun gerileme dönemi ile başlayan vergi kazanç kaybı, dış güçlerin devletin ekonomik güçsüzlüğünden faydalanarak bu durumu iç siyasete karışma aracı olarak görmeleri ve bunu alışkanlık haline getirmeleri, devlet yönetiminde ekonomik anlamda kaotik bir süreç başlatmıştır. Bu sorunların tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile yeni devlet ekonomisine de intikal etmiştir. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yeni devlet yönetimi ile her alanda devletin ve milletin kalkınması anlamına gelse de, 1’inci Dünya Savaşı’ndan çıkan devletimiz ekonomik enkazın altından kısmen çıkmış, kısmen çıkamamıştır. Emperyalist ve Siyonist güçler tarafından devletimizin, milletimizin etrafı her zaman karanlık duvarlarla örüldü ve örülmeye devam ediliyor. Ne zaman milletimiz üretmek, güçlenmek istese ve devlet yönetimi bu konuda destek verse mutlaka bir müdahale geldi...

Bunun adı bazen Avrupa Birliği Uyum Süreci Uygulamaları oldu. Bazen IMF yaptırımları oldu. Bazen Emperyalist ve Siyonistlerin muhalif partileri kışkırtması oldu. Bazen bu hain dış güçlerin medya ve internet üzerinden bilinçaltı teknikleri uygulayarak devlete karşı halkı kışkırtması oldu. Oldu da oldu. Ve Emperyalist ve Siyonist hainler bu müdahalelerini asla düşmanca göstermediler. Hatta öyle ki, gelişmiş bilinç yönetimi taktikleri ile halkı ekonomik anlamda muhtaç hale getirdikten sonra devletine karşı kışkırtmayı ve iç huzursuzluğu hedeflediler. Dönüp dünyaya bir bakın, Ortadoğu’ya bakın, Asya’ya bakın, Güney Amerika’ya bakın. Huzursuzluk, iç savaş, kargaşa, ekonomik istikrarsız, açlık ve sefalet olan her yerde Emperyalist ve Siyonist hainlerin pençelerinin izlerini göreceksiniz.

Türkiye gibi stratejik konum anlamında, ekonomik anlamda, kültürel anlamda, tarihi anlamda, köken anlamında güçlü bir devlet, Emperyalist ve Siyonist hainlerin, dış güçlerin odağından hiçbir zaman düşmedi, düşmeyecektir de. Onlara şuan, tek iktidarın 21 yıldır halk tarafından tekrar ve tekrar seçiliyor olması ve bu süre zarfı içerisinde halen ekonomik anlamda, askeri anlamda, teknolojik anlamda, demokratik anlamda, sosyal devlet anlayışı anlamında ve daha birçok alanda gelişme söz konusu olması ciddi anlamda azap veriyor.

Gelelim söz konusu 21 yıllık iktidar sürecinde neydik ne olduk konusuna.

AK PARTİ hükümeti iktidara geldiğinde hiç bir şey günlük gülistanlık değildi öncelikle… Muhalif biri ile tartışırken önce bu gerçek üzerine konuşabilmek gerekir.

Ben 1896 doğumluyum. Benim gençlik dönemime denk gelen hatırladığım kaotik gelişmeler sırasıyla, Ekonomide dışa bağımlılık, Sağlık anlamında (Devlet ve SSK hastaneleri) yaşanan skandallar, İlaç sektörü ve tedavi yöntemleri konusunda yaşanan büyük kaoslar, Eğitim sistemindeki meslek liselerinin üniversite okuma imkanını yok eden kat sayı problemi, Türbanlı kadınlarımıza uzanan eller ve ileri seviyede uygulanan ötekileştirme, Yaşanan ani döviz kuru artışı nedeniyle batan, yok olan ticaret erbapları ve intihar edenler, Halka nefes aldırmayan mafyatik düzen, Doğu ve güneydoğuda istediği gibi at koşturan PKK, Büyükşehirler de meydana gelen büyük terör saldırıları, Emperyalist ve Siyonistlerin devlet yönetimimize doğrudan açık seçik müdahaleleri ve yönlendirmeleri, Devlet liderlerimizin uluslararası platformlarda itibarsızlaştırılması, Kötü genel ve yerel yönetimler neticesinde işlemeyen, çalışmayan idari makamlar ve belediyeler, Olmayan yollar, olmayan köprüler, olmayan barajlar, olmayan havaalanları, işlemeyen devlet kurumları, akmayan sular, kesilen elektrikler, olmayan alt yapı, olmayan sosyal devlet anlayışı… Anadolu’yu geçtim İstanbul’un bağrında kömür ve odun dumanında nefes alamadığımız günler, Teknolojik alt yapı ve gelişmelerden Dünya ülkelerinden en az 50 yıl geriden gelmemiz, Tüm teknolojik, endüstriyel ve trend ürünleri dışarıdan ihraç ediyor olmamıza rağmen yine de ürünlere ulaşmakta yaşadığımız sıkıntılar,

Hey gidi günler hey…

Ben 1986 doğumlu biri olarak daha listelerim nelerin bozuk olduğunu, birde benden daha çok görmüş geçirmişlere sormak lazım…

Tekrar söylüyorum; AK PARTİ hükümeti iktidara geldiğinde hiç bir şey günlük gülistanlık değildi...

Buna rağmen yapıcı politikalar ve devlet yönetimi sayesinde iyileşmeler halk tarafından takdirle ve övgüyle karşılanacak şekilde ardı arkasına geldi. 2002-2018 yılları arasında çok sağlıklı para politikası ile idare edildi ve ekonomik büyümenin yanı sıra, enflasyon tek hanelerde seyrine devam etti. Ama hükümetin tek uğraştığı şey ülke ekonomisi ve reformlar olamadı ne yazık. 21 yıllık iktidar döneminde, gezi parkı olayları, 15 Temmuz darbe girişimi, terör örgütleri ile mücadele, pandemi süreci, yüzyılın en büyük depremleri vb. gibi birçok devlete ve millete doğrudan zarar, ziyan, saldırı niteliği taşıyan çok büyük olayları bertaraf etmek durumda kaldı. Ekonomik anlamda, kendi ekonomik yönetim şeklini dünyaya ne kadar diretmek isterse o kadar tehdit, yaptırım ve müdahale ile karşı karşıya kaldı. Tüm başarıları ya da başaramadıkları ile yine yeniden TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKININ YÜZDE 52’LİK ÇOĞUNLUĞU TARAFINDAN DEMOKRATİK BİR SEÇİM ORTAMINDA TEKRAR SEÇİLEN BİR LİDER VE HÜKÜMETTEN BAHSEDİYORUZ.

Tabi ki her hükümet ve liderde olduğu gibi eleştirilecek ve kusur bulunacak yanlar mutlaka vardır. Ama düzgün olanı bozan, dışa bağımlılığı arttıran, Emperyalist güçler karşısında boyun eğen, Siyonistlerin yaptırımlarına eyvallah çeken bir iktidar ve lider tarafından yönetilmiyoruz bin şükür.

Bu durumda ayrışmaya gerek yok! Yüzde 52’lik seçmene kalan yüzde 48’lik seçmen saygı duymalı ve yüzde 48’lik seçmene yüzde 52’lik seçmen saygı duymalı. Mantık çerçevesinde gerçekleşen istişareler her zaman hem kişisel olarak hem de toplumsal olarak ileri gitmemizi sağlayacaktır. Gerisi tamamen boş…

Yazarın Diğer Yazıları