Kâlû Belâ'da Şart Var Mıydı?
Halime Özdemir
Dünyaya dair her şey, “… Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A’râf 7/172) sorusuna verilen cevapla başlamıştı. Ve insan, “Evet, Rabbimizsin” diyerek söz vermişti Allah’a. Ama adı üstünde dünya işte… Herkesin herkese “evet” deyip de sonrasında herkesin her şeye “hayır” demeye müsait olduğu yer ve zamandı dünya. Ve bu özellik, insanın en güzel yaptığı meziyetten (!) sayılırdı farkında olmasa da. İnsana karşı söylenilen evet ve hayırlar çok da vahim bir durum değil aslında. Çünkü insan, Rabbine karşı evetleri hayır, hayırları evet yaptıysa insana yapmasına çok da şaşırmamak gerekmez miydi? İnsandı işte nihayetinde…
Kâlû belâ… Bu cümlenin içinde neler neler yoktu veya neler neler vardı? Öncelikle “Evet, Sen bizim Rabbimizsin, bundan dolayı sana şartsız-koşulsuz iman ettik” demekti. “Evet, Sen bizim rabbimizin, bu sebeple emirlerin ve yasakların konusunda asla söz söyleme hakkına sahip değiliz” demekti. Ama dünya işte dedik ya… Öyle de oldu. Dünya, herkesin kendince ahkâm kesip hükümler verdiği bir alana dönüştü çoktan. Ne oldu “kâlû belâya?” Sahi, hani söz vermişti insan kul olmaya ve dahi kulluğa layık olmaya… Dünyaya adım atar atmaz sözünden döndü ve hala dönmeye devam etmekte. Ne kâlû belâ kaldı hatırda ne de hatıralarda…
Oysa kâlû belâ, “kul olmak, boyun eğmek” demekti sözlükte. Yani Rabbe, itaat etmekti aslolan… Kulluk ve itaat, eğer Allah’a yapılıyorsa kul hür insana dönüşürken, kula itaat ediliyorsa köleye dönüşüyordu. Kâlû belâ insanın özgür olmasının formülüydü bilen için. İnsan hür olmakla köle olmak arasında tercihini yaşıyordu dünyada. Kul ve kulluk, teslimiyet ve itaat etmekten öte anlamlara da geliyordu. “Şefkat, merhamet ve himaye” anlamlarını da bünyesinde barındırıyordu. Bu sebeple insan, eğer Allah’ın kulu olduğunu anlarsa Allah (CC), da kuluna merhamet eder ve onu himayesi altına alıyordu. Oysa insan, adeta Allah’a kafa tutarak yaşamayı seçiyor ve öyle bir hayat sürüyordu.
İnsan, dünyada neden bulunduğunu unutuvermişti mayasındaki unutkanlık vasfından dolayı. Oysa insanın dünyaya gelme sebebi aşikârdı: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56) İnsan en çok da yaratılış gayesini unuttuğu için kendinden ve neticede Rabbinden uzaklaştı. Halbuki Rabbin himayesine girmenin şartı da belliydi. Her şey ama her şey, insan için açık seçik olmasına rağmen hala ayak diretiyordu yaratanına. “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet/kulluk edin ki sakınıp korunabilesiniz.” (Bakara 2/21) buyuran Rabbine isyan etmemiş miydi Kâbil? İnsan da sadece Hâbil’in değil Kâbil’in de torunuydu nihayetinde. Mayada hem Hâbil hem Kâbil vardı.
Kul olmak, bir haktı. Allah’ın dünyaya gönderdiği ve sayısız nimetler bahşettiği insanın üzerindeki hakkıydı. Ama insan, bunu da yerine getirmeyerek –haşa- Allah’ın hakkına girmeyi bile göze alarak ömür sürmeyi yeğliyordu. “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk/ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.” (Buhârî, Cihâd, 46) İnsan, Allah’ın hakkını vermediği dünyada O’nun kullarının hakkına girmesine neden hala şaşılıyor bu da başka bir yazının konusu olsun. Ve burada dursun.
Gelelim asıl mevzuya: Şartlı kulluk… Siz hiç şartlı kulluk yaptınız mı yapıyor musunuz? Şartlı kulluk ne demek bilir miyiz? Ama insanlardan öyleleri varmış Allah haber veriyor: “Yine insanlar içinde kimileri vardır ki, Allah’a şartlı olarak kulluk eder; öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek memnun olur, ama başına bir imtihan sıkıntısı gelse hemen yüz çevirir. Böyleleri dünyasını da ahiretini de yitirmiştir ve apaçık hüsran işte budur.” (Hac 22/11) Modern zaman Müslümanları ve insanları, hayatlarını şartlı kullukla idame ettiriyorlar. Allah’a sunulan hangi şartlar var hayatta? Bu sorunun cevabı, dünyadaki insan sayısına göre değişir. “Camide kulluk yaparım ama çarşıda söz veremem. Kandilde kul olurum ama düğünde bilemem. Oruç tutarım ama her gün namaz kılmak bana zor geliyor. Namaz kılarken başımı örterim ama normalde daha gencim. Sevinirken kul olurum ama neden acı çekiyorum diye sorgularım. Başkasının yakınları öldüğünde üzülürüm ama ölüm var der geçerim mevzu benim yakınım olduğunda daha yaşayacak çok şeyim var, derim geçerim. Ben kazanırken hep bana derim ama başkası kazanması gerekirken fazla vermem. Benim ailem söz konusuysa hatırlarını yıkmam ama başkasının ailesiyse mesele bana ne herkes kendi başının çaresine baksın deyiveririm. Benim çocuğum başarılı olurken başkasınınki ise kim bilir nasıl oldu diye sorgularım.” Gibi gibi pek çok şartlı kulluk örnekleri mevcutken modern zamanda insan hangi şartlı kullukla baş başa yaşıyor? Allah bilir… Bir de kulları…
Oysa şu kutsi hadisi ne çabuk unuttuk veya görmezden geliyoruz. Biz ayeti görmezden geliyoruz hadisi görmezden gelmemiz çok mu diyorsunuz? Kim bilir? “Ey âdemoğlu! Her durumda kendini bana kulluğa ada ki gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını gidereyim.” (Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 30) Adem’in oğulları, kulluğu şarta bağladığından beri gönüller hep darda ve hep ziyanda. Nimet içerisinde yüzerken kaç kişi nimetin farkında olarak yaşıyor? Ve gönüller, hiç doymuyor ta ki toprakla buluşana kadar. Kölelikten kurtulmak için kul olduğumuzu yeniden hatırlamamız gerekir. Aksi halde ne dünyaya yarayacağız ne de ahirete. Biz buraya sadece ve sadece kul olmak için gönderildik ve “… Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye 45/15) ayeti gereğince istesek de istemesek de kul ilan edilip “evet” diye söz verdiğimiz yere geri döneceğiz/döndürüleceğiz. “… De ki: Evet; Rabbime and olsun ki, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra dünyada yaptıklarınız size tek tek haber verilecek. Bu ise Allah için pek kolaydır. (Teğâbun 64/7)
O zaman ey Allah’ın kulları! Kulluğumuzu hatırlamak zorundayız. Şartla kulluk yapanlardan mı olmak istersiniz yoksa elest bezminde verdiğimiz söz gereği “belâ” mı diyerek Allah’a kulluğu şartsız mı yaşamak isteriz?
Tercih kula ait…