İnsan Ömrünü Kime/Neye Adamalı?
Halime Özdemir
İnsan, belirli bir yaş aldığında istese de istemese de “Bir insan ömrünü neye vermeli?/Tükenip gidiyor ömür dediğin” türküsünde bulur kendisini ve devirdiği onca zamanı. Bazen hayal kırıklıkları bazen gözyaşları bazen pişmanlıklar ve bazen de umutlar yeşerir yüreğinde. Hayat, insanın ömrünü verdikleri ve hatta hediye ettikleri veya başka bir tabirle ömrünü adadıklarından meydana gelir. Ve bu süreç sonucunda insan ya “ah vah” ederek ya da “iyi ki” diyerek bitirir ömrünü. Ve daha da ötesinde hayat serüveninin sonuna yaklaştığında kendisiyle baş başa kalınca vicdanı ona şöyle sesleniverir: “Değdi mi?” Bu sorunun muhatabı da soranı da insanın bizzat kendisi olduğundan cevabını bizzat kendisi bilir. İşte buna da ömür denir ki nasıl geçtiği hala anlaşılamayan tek şeydir belki de hayatta.
Ömür, yani insanın dünyada bulunma zamanı ve bu bulunma esnasında “eylem ve söylemde” kendisini var ettiği ve kendisine verileni istese de istemese de tükettiği zaman dilimidir. Ve kimi öyle kimi böyle harcayıp sona erdirir Azrail ile karşılaşıncaya kadar.
İnsan ömrüne neler neler, kimler kimler sığdırmaz ki... İyi veya kötü neler neler gelip geçmez ömürden? İnsan eşref-i mahlukat olarak gönderildiği dünyada ya fıtratına uygun olarak ya da esfel-i sâfilîne inerek yaşar da yaşar. Hele bir de ailesinin ona miras ettiği iyi veya kötü pek çok özellik ya bütün güzelliklerin yeşermesiyle büyür ya da kimi nifakla kimi fitneyle kimi hasetle kimi kibirle ömrünü bitirir. İnsan, bütün ömrünü bunlara adayarak geçirir. Başka bir ifade ile insan ömrünü adadığı şeyle nefesini sonlandırır.
Adamak sözlükte, “bir şeyle yoğun olarak ilgilenmek” anlamında kullanılır. Modern insan, çok şeyle ilgileniyor gibi görünse de ama az şeyi yaptığı da kendisinden dahi sakladığı bir gerçeğidir. Bu yüzyılın en büyük ikilemlerinden biri, insanların her şeyi yaptığını ve yapabileceğini zannetmesi hastalığıdır. İnsan bir konuda şu iki yolda ilerler. “Ben bu işin erbabı değilim” demeye kalkışsa, ya “ne var ki yapamayacak, bunu herkes yapar” şeklinde itirazla karşı karşıya kalabildiği gibi ya da ağırlıklı olarak “ben onu tabi ki yaparım, benden iyi kim yapar” şeklindeki mükemmel (!) insan olgusunun varlığı daha aşikâr ve daha fazladır. Aslında bir anlamda bu yüzyılın insanı, kendisini işin erbabı olmak gibi bir niyete pek de sahip değil, pek de kendisini bir işte mahir olmaya adamaya gönlü de vakti de yoktur sanki. Herkesin her şeyi yaptığını zannettiği çağda herkes kendisini avutup oyalamaktan öte başka iş yapmıyor gibi desek yalan da olmaz sanırım. İnsanların aşırı çoğunluğu, hep birilerini razı etme ve hep birilerinden “aferin” alma derdine düştüğü için ömrünü de görünürde olmanın zamanlamasına adayıveriyor. Bu durumda insan hayatta var olma sebebini unutuveriyor. İşin vahim tarafı da bu oluyor. Çünkü insan, Rabbini unutuyor. Bu çağda insanları hoşnut etme arzusu ve gayesi, Rabbinin razı ve hoşnut olmayacağı işlerde bulunmayı da beraberinde getirtiyor zaman zaman hatta çoğu zaman. Gerek iş hayatında gerek özel hayatta gerek ticarette gerek ziraatta gerek evde gerek sokakta kısaca her yerde. Oysa bu hayat, Rabbe ait iken insanın bu dünyada en çok kendini adaması gereken de Rabbinin hoşnutluğu/rızası olması gerekirken insanları hoşnut etmekten bir türlü Rabbine sıra gelmeden ömür bitiyor.
Oysa şu ayet-i kerime, insanların nasıl bir hayat sürmesi gerektiğini gözler önüne seriyor görmek isteyen için: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, kendisini Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya adamıştır. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara 2/107) İnsanın her yaptığı ve her söylediğinde “Rabbim bundan hoşnut olur mu?” diye nefsiyle muhasebe etmesi gerekirken insan bu soruyu sormaya niyet dahi etmeden geçiriyor ömrünü.
Herkesin hayatının gayesi, herkesin kendi kalbinde gizlidir. Dili ile gönlü bir olmadan tüketilen ömürde, kim kimi hoşnut ve kim kimi razı etmeye ve adamaya çabalıyor kendisini, Allah’tan gayrısı bilmez. Bu sebeple, herkesin niyeti ne ise ameliyle çakışmaması gerekir. Çakıştığı ve çarpıştığı an, hoşnutluk devre dışı kalıyor.
İnsan ömrünü genelde en yakınlarının rızasını elde etmeye adayarak bitiriyor. İnsanın “nankör” olarak yaratılmış olması da insanı razı etmesinin önündeki en büyük engel olarak görünür olmasına rağmen hep bir sonrası için hayatlarını başkalarına hediye edenler de az değildir açıkçası. İnsan, kendisini bir başka insana adadığında ise zaman zaman hatta çoğu zaman, Allah’ın sınırlarını çiğnediğini dahi görmez göremez. İnsanın böyle olmasının bir sebebi de Allah Resulünün şu sözleriyle ortaya çıkıyor: “Bir şeye karşı sevgin seni kör ve sağır eder de onun eksiklerini görmez, kusurlarını işitmez olursun.” (Ebu Davud, Edeb, 125) İnsana Allah’ın hududunu çiğnettiren ve Allah’ın hoşnut olmayacağı eylem ve söylemleri yaptıran da bu kör ve sağır olduğu sevgisi değil midir? İnsan ana-babası, çocuğu, kardeşi vb. pek çok kan bağı olan kişinin onayı için kendi ömrünü harcıyor da harcatıyor da. Hatta bu uğurda Allah’ın rızasını da elinin tersiyle itiyor. Bindiği kervanda kıyamete doğru yol olurken herkesin gittiği yanlış yolda kendisi de o yolun yolcusu oluveriyor. Oysa Allah’ın rızasını elde etmek için bazen inci kefali gibi olmak da gerekmez mi?
Dünya, insanın Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yeri ve zamandır. İnsan dünyada iken Allah’ı hoşnut edecek işler yapmakla mükelleftir. Hoşnutluğu kazanma, yaşarken çaba gösterilecek bir eylemdir. Zira Rabbimiz Teala, “Kıyamet günü her ümmetten bir şahit göndereceğiz; sonra inkâr edenlere ne (özür dilemeleri için) izin verilecek, ne de Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilecek.” (Nahl 16/84) buyurarak ahirette bizden hoşnut edecek eylem istemediğini bildirmiştir. Bunu şuna benzetiyorum. Kör ve kelin öldüğünde değer görmesi gibi insan da dünyada değil ahirette hoşnutluk derdine düşecek sanırım.
O zaman nasıl yaşamak gerekir? İşte bu sorunun cevabı, kısa ve net bir şekilde Hz. Peygamber’in (SAV) dilinde vücut bulmuştur: “Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir…” (Tirmizî, Diyât, 14) Peki bu ihsan daha nedir? “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir…” (Buhârî, Tefsîr, (Lokman), 2) O zaman Rabbin hoşnutluğu, insanın ömrünü Rabbine ve O’nun rızasına uygun olarak yaşaması ve dahi kendisini Rabbine adamasıyla gerçekleşecektir.