
İbadette Kulun Kural Koyma Hakkı Var Mıdır?
Halime Özdemir
İnsan neden dünyaya gönderilmiştir? Hiç düşündük mü veya düşünüyor muyuz? İnsanın dünyada bulunma sebebi nedir? Ölümle nihayete eren bir dünyada insan neden hayat sürüyor? İşte insanoğlu aklı başına geldikten sonra bu soruları düşünmek ve dahi bunların cevaplarını aramak için çabalamalıdır. Bu, insanın belki de en büyük görevi ve hatta ödevidir. Öncelikle insan, dünyada aylak aylak gezip gününü gün etme gibi bir lükse sahip değildir. Nokta… İnsan, Rabbimizin de buyurduğu şekliyle “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyâme 75/36) ayeti gereğince bu dünyada başıboş kalamaz. Kendi isteğine ve arzusuna göre serbest bir şekilde yaşama hakkına sahip değildir. Çünkü sahibi olmadığı bir dünyaya gelmiştir ve dünyanın sahibi ve maliki, kendi kurallarına göre insanın hayat sürmesini emretmiştir.
Baştaki sorulara geri dönüyoruz. O halde insan neden bu dünyaya gönderilmiştir? Bunun cevabı şu ayetle ayan beyan açıklanmıştır. “Ben cinleri ve insanları, ancak ve ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56) O halde insanın dünyadaki en önemli vazifesi, kulluktur. Kulluk, ibadet ve teslimiyeti bünyesinde barındırır. Ve kul, Allah’a yönelirse hür kula yönelirse köle olur. Rabbimiz, kulları için “kullarım” diye seslenmiştir. (Bakara 2/186; Zümer 39/53) O halde sadece bu hitaba ulaşmak için bile olsa Allah’a kul olmak bahtiyarlığı yetmez mi insana?
Kullukta esas öncelik, ibadettir. Kulluğun gayesi, ibadetle gösterilir. İbadet, en kısa şekliyle, “Allah’ı razı etmektir.” İbadet, İnsanın Allah’a olan saygısını ve itaatini göstermek suretiyle O’nun koyduğu kurallar ve kaideler çerçevesinde davranışta bulunmaktır. Kulluğun özü, Allah’a saygı duymak ve O’na itaat etmektir. Ve ibadetler, Rabbimiz tarafından kerim kitapta bildirilmiştir. Ve bunlar, farz, vacip ve sünnet şeklinde bir sıralama esasına dayanır. Aklı başında olan ve ergenlik çağına ulaşan her Müslüman birey, ibadetleri esasına göre öğrenmek ve davranışa dönüştürmekle mükelleftir. İbadetlerde keyfiyet söz konusu değildir. Kurallar ve kaideler, Rabbimiz ve O’nun Peygamberi tarafından açıklanmıştır. Kula düşen görev de onları usulüne göre ve zamanına göre yerine getirmektir.
Bir kutsî hadiste Rabbimiz Teala şöyle buyurmuştur: “… Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha hoş olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Sonunda onu severim. İşte o zaman onun işiten kulağı, gören gözü, sımsıkı tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Benden bir şey isterse bunu ona mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu mutlaka korurum…” (Buhârî, Rikâk, 38)
O zaman kula düşen ilk görev, farz ibadetlerdir. Her gün ve günde beş defa olarak yerine getirmemiz gereken namaz; senede bir ay yerine getirmemiz gereken oruç, şartları gerçekleştiği takdirde ömürde bir defa yerine getirilecek olan hac; her yıl bir defaya mahsus olarak yerine getirilecek olan zekat, ibadetleri oluşturur. Ve her ibadetin kendine mahsus şartları ve kaideleri vardır. Mesela kişi dinen zengin değilse zekat ibadetinden mesul değildir. Kişinin gücü-takati yok ise hac ibadeti ona farz değildir. Kişi emzikli veya hamile ise o yılın Ramazan orucunu tutmaz. Bu ve benzeri kurallar belli iken bazen Müslümanlar kendilerinin gücünün üstünde ibadetleri yerine getirmek için çabalamaktadırlar. Mesela yürüyecek gücü olmadığı halde umreye gitmek, Müslüman için eziyet ve zorluktur. Oysa Rabbimiz kullarının zorluğa düşmesini asla istemez ve emretmemiştir. Ve lakin bazen kullar modern zamanın bir getirisi mi diyelim adına ne diyelim bilmiyorum özellikle nafile ibadetler konusunda bazen kendilerini zorlamaktadırlar. Mesela “muhakkak bende zekat vereceğim” diyen kimseyi görmedim ve lakin adım atmaya hali olmadığı halde umreye gideni gördüm. Allah, çocuklara ibadetleri farz kılmadığı halde çocukların umre ibadetiyle mesul tutulduğuna şahit oldum. Güç, ibadetlerin en temel noktasını teşkil eder. İnsan, Rabbinin kendisine yüklemediği yükü kendisine yükleyerek kendisine ve çevresindekilere zulmedebilir.
İkinci mevzu, ibadet Rabbe yapılan kulluktur. Kişi, kendisi gerçekleştirir kulluğunu. Bir arada değil yalnızca kendisi yönelir Rabbine. Duada dahi aynı cümleleri Beytullah’ta bağıra çağıra haşa Rabbimiz duymuyor gibi okumak ibadet midir? Daha ilkokula başlamadan öğrenilen Rabbena duasını dahi tekrar tekrar bağırıp çağırarak okumak ne derece ibadettir? Soruyorum sizlere? Nasıl ki insan beyni her şeyi öğrenmek üzere yaratılmış ise ibadetleri öğrenmeden de kulluk yoluna girilmez. Rehber olması ayrı şeydir ama kişi ibadetini öğrenmek zorundadır. Hacca veya umreye niyetlenen kişi, “üç dört şavttan sonra ben yoruldum bırakıyorum” demek gibi bir lükse ve keyfiyete sahip değildir. “Ben eğilip doğruluyorum ama hiç sure ezberlemeyeceğim” demek gibi bir hakkı da yoktur. Veya “başkalarına yardım etmek yerine kendi kızıma oğluma vereyim zekatımı” demek gibi bir hakkı da yoktur. Veya “Benim şu an işim var namaz kılmayacağım” demek gibi de bir özgürlüğü de yoktur. Kul, başta da ifade ettiğimiz gibi ibadeti Rabbimizin bildirdiği şekliyle yaparsa kulluğa yükselir aksi durumda sadece kendi kendisinin kölesi olur.
Diğer bir mevzu da son yıllarda söylem haline gelen ibadetin ruhu meselesi. Ruh, insanda var olan bir şeydir. İbadetin özü ve şekli vardır. Teslimiyette de o şekle uymak vardır. İbadete ruh vermeye kalkıştığımız günden beri ibadetler şekil değiştirmeye başladı. Ve ibadetlerde gösteriş de olmaz. Hele gösterme hiç olmaz. Nasıl ki namaz kılarken cep telefonlarıyla başkasıyla konuşmuyorsak veya namazımızı canlı yayında ilan etmiyorsak Kabe’yi tavaf ederken de elde telefon dünyanın diğer yerleriyle bağlantı kurulmaz. Oradaki bağlantı, Allah ile kurulursa ibadet gerçekleşir. Eş-dostla bağlantı kurup da Kabe’nin Rabbiyle bağlantı kurulmadan yapılan ibadet acaba kula ne elde ettirir? İbadette ibadete ve onun sahibine saygı ve beraberinde onunla gelen takvayı elde etme amacı vardır. Acaba ellerde telefonla gerçekleştirilen tavaflar bize kul olma vasfını verir mi?
Sonuç olarak, ibadet kulluğun gereğidir. İbadet olmazsa kul olunmaz. İbadet öğrenilmeden de kulluk gerçekleşmez. İlk emri “oku” olan dinin bir farzını dahi yerine getirmeden gerçekleştirilen ibadetler yalın ve sığ olarak kalacaktır.
Ve ibadette zaman, “sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 15/99) ayeti gereğince son nefese kadar devam edilerek gerçekleştirilir.