Halime Korkmaz

Şahsiyetiniz Müslüman Kimliğiyle Örtüşüyor Mu?

Halime Korkmaz

İnsanda bir üst kimlik bir de alt kimlik vardır. İnsanı imanî açıdan değerlendirdiğimizde Müslüman olması, onun insan kimliğinin bir alt kimliğidir. Bu kimlik, onun şahsiyetiyle orantılıdır. Şahsiyet, insanın kimliğidir ve yansıması, onun sözleri ve davranışlarıyla ortaya çıkar.

İman, bir Müslümanın en temel zenginliği ve kimliğidir. Bu kimliğe sahip olan kadın ve erkek, ona yaraşır söylemde ve eylemde bulunmak zorundadır. Müslüman kimliği, insanı olumsuz olacak her şeyden uzak tutarak güzel olan şeyleri ona yaptırmak zorundadır. İnsan, iyiyi ve kötüyü seçmeye muktedir olduğuna göre onun şahsiyeti ne ise veya fıtratı ne ile yoğrulmuşsa davranışları ve sözleri de o şekilde kendini gösterecektir.

Müslüman, teslim olan kişidir ve bundan dolayı kimliği, öncelikle Rabbine ve O’nun Habibine şeksiz şüphesiz teslim olup hayatını idame ettirmek üzerine yoğunlaşmalıdır. Müslüman kimliğine sahip olan her bir birey, teslim olmuş olmanın gereği olarak şahsiyetini İslam’la tezyin etmekle mükelleftir. Fakat bilmeden, okumadan ve öğrenmeden Müslüman şahsiyeti kuramaz.

Müslüman şahsiyetinin özü; Şârî Teala’ya ve O’nun Peygamber’ine itaattir. İtaatin olmadığı yerde Müslüman şahsiyetinden bahsedilemez. Rabbimin hududu belli olduğu halde “ama, fakat, neden” diye başlayan cümleler kurmak, Müslüman şahsiyetindeki eksikliklerden dolayıdır. Allah’ın Resulü itaat konusunda şöyle buyurur: “Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir...” (Müslim, İmâre, 33) Nefsânî ve şeytanî her yol ve yöntem, Müslümanı itaatten uzaklaştırarak yanlış yollara girmesine sebep olur. Kişinin nefsi, annesi, babası, evladı, arkadaşı, işi, moda, sosyal ortam vb. şeyler, itaatin önüne geçerse başka bir ifade ile Müslüman, hayatını zamana ve zemine göre farklı farklı şekillendirerek yaşarsa Müslüman şahsiyetini kaybetmiş olur.

Müslüman şahsiyetinin kaynağı, Kerim olan yüce Kitap’tır. Bu kitabın önüne geçen her şey, kişiyi Müslüman kimliğinden uzaklaştırır. Müslüman kimliği ve ahlakı, kişide bir arada bulunmadıkça şahsiyet eksik kalacaktır. Hz. Aişe, Peygamber’in ahlakının ne olduğunu soranlara, “Siz hiç Kur’an okumuyor musun? O’nun ahlakı Kur’an idi.” (Müslim, Müsâfirîn, 139) buyururken Müslüman şahsiyetinin oluşmasını sağlayacak en temel kaynağa dikkat çekmektedir. Bugün insan eğer Kitap’tan uzak bir şekilde hayatın içerisinde var oluyorsa onun hayatında eksiklikler ve kusurlar neticede huzursuzluklar var olacaktır. Hayatı çekilmez kılan ve insanın insandan uzaklaştığı şu çağın belki de en büyük eksiği, budur.

Hayat, tecrübe zenginliğidir. Birinin yeni geçtiği yol, daha önceden yoldan gidenler için tecrübe olarak hatıralarda yer edinmiştir. O yolda taş mı var, diken mi var hepsi bilinir. Belki de Müslümanın hatası, bu tecrübelerden istifade etmemesidir. Müslüman şahsiyetinin oluşmasında Allah’ın resulü önümüzde en güzel rehber iken onu örnek almadıkça Müslüman şahsiyeti tamamlanmayacaktır. Rabbimiz bu durumu, şu ayetle bildirir: “Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)

Müslüman şahsiyetinde rehberin önemi, yolun-yöntemin önemiyle doğru orantılıdır. Kendi kendine yol bulmaya çalışan, o yolda düşer ve yolun sonuna varmadan kaybolur. Müslümanın yönünü Rasül’den tarafa çevirdiğinde yolunu bulacağını, o yoldan döndüğünde ise yolunu kaybedeceğini hatırdan çıkarmaması gerekir. “Size ne emrettimse onu yapınız; size neyi yasakladımsa ondan sakınınız.” (İbn Mâce, Sünnet, 1) buyuran Rasulü Ekrem, şahsiyetin tezyini konusunda bunun önemine dikkat çekmektedir.

Müslümanın şahsiyeti nasıl olmalı? Bu soruya Kur’an’daki kural ve kaidelerden oluşan sayfalar dolusu madde yazabilirim fakat bu alan bunun için kafi değildir. Birkaç örnek vermekle yetinelim.

Mesela; Müslüman hayatın hiçbir evresinde pes edemez, yıkılıp düşemez. Acıyla yaşayamaz ve kendini mahvedemez. Çünkü Nebi (as), Müslüman şahsiyetini şöyle tanımlar: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgarla eğilir fakat yıkılmaz. Rüzgar sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir fakat yıkılmaz...” (Buhârî, Tevhîd, 31) Müslüman, hayatın türlü türlü şekillerde gerçekleşen ve acı ve üzüntüyü barındıran bir imtihan olduğunu ve imtihan neticesinde cennet veya cehennemi elde edeceğini bildiğinde hayatla mücadele etmesi gerektiğini de anlayacaktır. Aksi halde eğilir de yıkılır da düşer de… Ama bu durumda Müslüman şahsiyeti zarar görür. 

Mesela, şahsiyetini İslam’la donatmış bir kişi, herhangi bir canlıya herhangi bir şekilde zarar ziyan verme eğiliminde bulunamaz. Bunu yaptığı takdirde iman kimliğinin kaybolacağını bilerek eline ve diline sahip olur. Bir Müslüman, eliyle veya diliyle başkasını üzüyorsa, başkasının canını yakıyorsa kendisinde Müslümanlıktan eser yoktur ve bunun için oturup ağlamalıdır eğer imana önem veriyorsa. Yüce Peygamber’in (SAV) şu sözü dikkatten kaçamaz: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.” (Tirmizî, Îmân, 12)

Mesela; Müslüman, kendisine veya kızına oğluna, eşine nasıl davranılmasını istiyorsa kendisi de diğer insanlara öyle davranmak için çaba sarf eden kimsedir. Eğer başka türlü yapıyor ve dünyanın merkezine kendisini alarak “Her şey benim için iyi olacak başkası için olmasa da olur.” diyorsa onun Müslüman şahsiyetinden söz edilemez. Nitekim Habib-i Kibriya (sav); “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemediği müddetçe hakkıyla iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7) buyurmuştur. Hayat boyu bu hadis-i şerif doğrultunda yaşamayı prensip edinmeyen, iki dünyada da kaybedecektir.

Mesela; modern çağın en büyük eksikliklerinden biri görmezden, duymazdan ve bilmezden gelerek yaşamaktır. Yani “görmedim-duymadım-bilmiyorum” üçgenini yaşamak ve “ben karışmam” anlayışı, bu çağın ben merkezciliğinin yansımasıdır. İnsan, bu çağda suya sabuna dokunmadan yaşamayı tercih ederek ömür tüketiyor. Ne iyiliğe çağırma ne de kötülükten uzaklaştırma gibi bir gayesi olmadan hayatını idame ettiriyor. Oysa gerek kötülükler gerek fitne ve fesad karşısında Müslümanın tavrı ve davranışı, din tarafından belirlenmiştir. “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Müslüman, Müslümana zulmetmez. Müslüman, Müslümanı başına gelen musibette yalnız bırakmaz.” (Buhâri, Mezâlim, 3) Çevresindeki Müslümanları kardeşleri olarak görmeyip onları kendi üzüntüleri ve sıkıntıları içerisinde baş başa bırakan, Müslüman şahsiyetinden söz edemez. Müslümanların sadece “kendilerine Müslüman” olması ve dünyanın kendilerinin etrafında döndüğünü zannetmeleri, yine bu çağın en büyük problemlerinden biridir. Müslüman, “bananeci” olamaz.

Müslüman, eylemde bulunan kişidir ve amelsiz imanın ona kafi gelmeyeceğinin bilincinde olmak zorundadır. Her türlü söylemin bedavaya havada uçuştuğu şu yüzyılda “salih amel” olmaksızın şekilsel ve gösterişsel olarak doluymuş gibi yaşanılan hayatları amel defterleri nasıl karşılayacak? Şahsiyetli Müslüman, Allah’ın ve Rasulü’nün yoluna tutunup Allah’ın kitabına ve Rasulü’nün sünnetine sımsıkı sarılmadıkça Müslüman kimliğine ve şahsiyetine bürünemeyecektir.

Bütün bu söylemlerden sonra şimdi düşünme sırası sizde:

Şahsiyetinizin ne kadarı, nerede, ne zaman Müslüman kimliğiyle örtüşmekte?
 

Yazarın Diğer Yazıları