Rabbinizi Gücendirdiğiniz Olur mu ?
Halime Korkmaz
Müslüman, diğer bir Müslüman’ın kardeşidir ve kardeşliğin gereği olarak elinden geldiği ölçüde Müslüman kardeşine yardım etmek ve onu yalnız bırakmamakla emrolunmuştur. Velakin hangi konularda yardım etmek helal, hangi konularda yardım etmek haramdır? İşte önemli olan bu soruya verilen cevaptır ve bu soruya karşı yapılan iş ve işlem, kişiyi azaba veya mükafata götürür.
Yardımın veya yardımlaşmanın ölçütü, Rabbimiz tarafından açık seçik bir şekilde beyan edilmiştir: Şöyle buyrulur: “... İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın...” (Mâide 5/2) Bu durumun dışında olan her şey, yani insan için kötülük ve fitne-fesad olan her şeydeki yardımlaşma, zinhar haramdır. Ve insan, bir başkasına yardım edip iyilik yaptığını düşünürken aslında kendisini azaba götüren yolda bir adım daha atmış olmanın sevincini ve mutluluğunu yaşamalıdır! Bir Müslüman diğer bir Müslüman’a hayatı boyunca “iyi ve takva” olan her konuda yardım ettiğinde aynı zamanda kendisine de fayda sağlayacaktır. Ya tersi durum söz konusu ise?
Yani bir Müslüman diğer bir Müslüman’ın kötü olması, üzülmesi, hatta zarar ziyan göreceği belli olan konularda ve durumlarda yardım ederse o yardımından dolayı veya başka bir ifade ile o haramı işlediği için Rabbimiz o kişiye çetin bir azap hazırlayarak onun hakkını vermiş olmuyor mu? Şu ayet, hayatı boyunca attığı her bir adımda neye sebep olacağını bilmeden yapılan veya bile isteye yapılan her iş için üzerinde derin derin düşünülesi bir ayettir: “... Günah (kötülük) ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Mâide 5/2) Günümüzde veya geçmişte insan elinden ve dilinden geleni geri bırakmadan geldiği gibi davranıp konuşurken acaba hangi kötülüğe veya hangi zulme ortak olduğunu düşünüyor mu? Kendisi kötü olmakla kalmayıp en yakınlarını dahi kötü işler yapmaya meylettiren yüzlerce binlerce insan hala nefes almaya devam ediyor. Hal böyleyken içerisinde zulüm ve kargaşa, kötülük ve nefret, yalan-dolan, vb. adına ne derseniz deyin böyle bir durumda bir Müslüman yanında olduğu kimselere -annesi, babası, kardeşi, eşi, arkadaşı- kötülük olan her bir şeyde diğer Müslümana yardım edip destek olarak adeta Allah’ın çetin azabını istiyor.
“Bozacının şahidi şıracı” atasözü, aslında bu konuyu en iyi özetleyen sözlerden biri. İnsan kendisi gibi düşünüp kendisi gibi yapanlar olmasını, onlarla vakit geçirmeyi ve dahi onlarla istişare etmeyi pek tercih eder. Ya o beni kötülüğe götürüyorsa diye asla kendisine sormaz. Şimdi kötünün yanında veya kötünün destekçisi veya günahın içerisinde bir günah da sizin tuğla koymanız ne derece doğru ise yanlış karşısında susup kalmak da bir o kadar zulümdür, bir o kadar günahtır. İnsanın bulunduğu yer, bu açıdan önemlidir. Konuşulacak yerde susmak, yapılacak yerde geri durmak da aynı durumdur. Düşünmeden ve istişare edilmeden fevri bir şekilde kötülüğe ve günaha bulaşmak, insanın azaba gitmesinin en önemli gerekçeleri arasındadır.
Bu gibi konularda aslında yine dönüp dolaşıp geliyoruz aynı konuya, kalp... İnsanın sözleri ev davranışları, kalbinin yansımasıdır. Kalbinizde olan yeryüzünde vücud bulur her ne kadar saklasanız her ne kadar inkar etseniz de... Kişinin yaptığı veya yapmadığı şeyde niyetinin ne olduğu da önem arz etmektedir. Bencil, kıskanç, zalim, nankör vb. pek çok sıfat, Rabbi tarafından insana verilmiştir. Bu sebeple de kendi kötülüğüne veya kendi günahına başkalarını da ortak etmeyi pek sever. Çünkü insanın kalbi ne ise ortaya çıkan da odur. Kalbi çürük olandan sağlam iş çıkmaz. Peygamber-i zişânın ifadesiyle; “Ameller kap (içindeki sıvı) gibidir. Altı iyi olursa, üstü de iyi; altı bozuk olursa, üstü de bozuk olur.” (İbn Mâce, Zühd, 20) Bu sebeple kişi bir işi yaparken hem kendi niyetini hem de niyetine ortak ettiği kişinin niyetini sorgulamadan veya düşünmeden yapıyorsa ve destekçileri de onu bile isteye kötüye teşvik ediyorsa ki yaşadığı anda dünyada Rabbinden korkmuyorsa Rabbinin huzuruna çıktığında azabın kendisi için hazırlandığını bilerek hayat sürmesi gerekir.
Neden böyle oluyor diye de sormak gerekir. Çünkü sormadan ve sorgulamadan yapılan her iş, eksik ve kusurlu olarak hayatta ve hatıralarda yer edinecektir. Yine bir atasözü açıklasın bu durumu: “Kork Allah’tan korkmayandan.” İşte tam da bütün meselenin mihenk taşı bu. İçerisinde kalbinde zerre miktarı Allah korkusu olmayan kimse, kendisi de etrafındakileri de kötüye ve kötülüğe, günaha ve suça hazırlar. Bu onun mayasıyla alakalıdır. Çünkü maya böyle yoğrulmuştur. Kötülükle büyüyen kalpten iyilik veya iyi beklenir mi? Burada Müslümanı kurtaracak olan, takvasıdır. Eğer kişi takva yoksunu ise her şey mübah, her şey caiz, her şey helaldir kendine göre. Oysa takva kulu, bir işi yaparken veya çevresindekilerin bir işi yaptığını gördüğünde Allah’tan korkup korkmadığına bir bakarak yol almasını sağlamakta yatar. Gittiği yol, yaptığı iş, gitmediği yol, yapmadığı iş adına ne dersek diyelim Allah’ın hududuna uyuyor mu yoksa haddini bilmezlerden mi eyliyor? Kul, kendisini hesaba çekerek buna cevap verir. Aksi halde yine bir atasözü yer etsin yazımızda. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” misali insanlar birbirlerini pohpohlayrak ömür tüketir de geriye dönüp bakmak zül olur insana...
Burada devreye “takva” girmektedir. Takvaya sarılmak da Müslümana yakışan bir düsturdur. Allah Resûlü bir defasında şöyle buyurmuştur: “Öyle bir ayet biliyorum ki, eğer insanların hepsi ona sarılsalar onlara yeter.” ve şu mealdeki ayeti okur: “... Kim Allah’a karşı takva bilinci içerisinde olursa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.” (Talak 65/2) (Dârimî, Rikâk, 16) Bu sebeple her ne olur ve her ne yaşanırsa yaşanılsın takva sınırından ayrılmamak gerekir. Aksi halde Müslüman, kötülük ve günaha girer ve kötülükte kötüyle yarışır ve bu surette Rabbinin katında değerini düşürür. Allah’a karşı olmamak ve Allah’tan sakınmak yani korkmak gerekir. Din bizden bunu ister ve din bize bunu emreder. “Sana Allah’tan sakınmanı tavsiye ederim, çünkü işin (dinin) başı budur.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, II, 157) Başı düğün olmayan, düzgün niyetle başlanmayan işten hayır gelmez. Rabbinin her şeyi inceden inceye izlediğini unutan insan, takvayı da böylece unutarak kendisine zulmeder.
Takvaya sarılıp kötülükte ve günahta olmamak için bir sebebimiz daha var: Allah’ı gücendirmemek. Allah insana gücenir mi? Evet, Allah kullarının ona isyan etmesinden, emirlerine uymamasından dolayı insana gücenir. Eğer kötülükte ve günahta yardımlaşma gerçekleşirse emre itaatsizlik olur ve böylece kul, dünyada da ukbada da yalnız kalır. Resul-ü Ekrem (SAV) ne güzel söylemiş: “Allah Teala gücenir. Allah’ın gücenmesi, kulunun O’nun haram kıldığı şeyleri yapmasından dolayıdır.” (Buhari, Nikâh, 108) O zaman soralım: Hangi kul kötülüğe ve günaha yardım ederek Rabbini gücendirdiğini düşünerek hayat yaşıyor?