Müslüman: 'Bana Ne' ve 'Sana Ne' Demeye Hakkı Olmayan Kimse
Halime Korkmaz
Öğüt sözlükte; “Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz; mevize, nasihat” anlamlarında kullanılır. Öğütte muhatabının yanlışına yanlış, doğrusuna doğru deme mevzu bahistir. Öğüt veren ile alan arasındaki ilişki, hayat tecrübesi fazla olanın az olana doğruyu yanlışı göstermesi esasına dayanır. Her şey, yaşanarak öğrenilecek diye bir kural yoktur. Bazı şeyler de yaşanmışlığın paylaşımıyla gerçekleşir. Bu sebeple olsa gerek ki farklı yaşlar aynı zaman dilimini paylaşmakta ve aynı havayı teneffüs etmektedir. Keşke bilinse…
Müslüman bir birey, iyi ve güzel olanı söylemek, kötü ve çirkin olan için mümin kardeşini uyarmakla görevlidir. Rabbimiz, toplum içerisinde Müslümana böyle bir görev yüklemiştir. Ayette; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/104) buyrulur. Dolayısıyla bir Müslüman, bu görevi yapmadıkça yani doğru ile yanlışı dillendirmedikçe kurtuluşa ereceğini zannetmemelidir. Bu devir, “bana ne” ile “sana ne” dünyasının yaşandığı bir devirdir. Bu çağın en temel özelliği; “ben her şeyi bilirim” mantığının zirvede yaşanmasıdır. Bundan dolayı da herkes, yanlışı doğru doğruyu yanlış zannettiği bir hayatı devam ettirmektedir. En yakınların en yakınları uyarması gerekirken kimse birbirine dahi öğüt vermeye yanaşmamakla iştigal etmektedir. Bizim nefes aldığımız çağ, “aman benden olmasın” ile “seni ilgilendirmez” dönemlerine şahit olmaktadır. Kitaba iman etmiş bir mümin, kötüye kötü demedikçe, iyiyi de teşvik etmedikçe acaba nasıl iman etmiş oluyor bunu kendisine sorması gerekmektedir.
Her Müslüman yaptığı ve yapmadığı her bir konu için Kur’an-ı Kerim’in indiriliş gayesi üzerinden olayı değerlendirmek zorundadır. Çağın Müslümanına göre Kur’an, okuyup anlamadan hatimler yapmak esasına dayanmaktadır. Kur’an’ın dünyaya gönderiliş gayesi dikkate alınmadan Müslümanca yaşamak imkan dahilinde değildir. Kur’an’ın indiriliş gayesi açık ve net bir şekilde ayette bildirilmiştir ki; “Bu Kur’an, kendisiyle insanları uyarman ve mü’minlere öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır.” (A’râf 7/2) Bundan dolayı öğüt, Müslümanın hayatında çok temel bir fonksiyona sahiptir. Ama hangi Müslüman öğüt alıyor hangi Müslüman öğüt veriyor? Kaç Müslüman bu farzı yerine getiriyor kaç Müslüman bu emirden kaçınıyor? Bilinmez…
Kur’an, Rabbimizin Müslümanlara bir öğüdüdür. Başından sonuna kadar her bir ayeti, her bir Müslüman için öğüttür. Her bir ayet, okunup anlaşılmak ve hayatta uygulanmak için vardır. Bu temel nokta her Müslümanın hayat düsturu olmadıkça Kur’an’ın öğüt verme özelliği de yok sayılacaktır ve sayılmaktadır. Öğüt bu anlamda tutulması gereken bir nasihattir. “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifa, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve tam bir rahmet olan Kur’an geldi.” (Yunus 10/57)
Yüce Kur’an, insanlar için bir öğüttür. İnsanın hayat serüveninde insana en ayrıntısına kadar her şeyi haber vermektedir. Mesela şu ayette bu gerçek şöyle bildirilmiştir: “İşte bu Kur’an, insanlar için bir açıklama, takva sahipleri için bir doğru yol rehberi ve öğüttür.” (Âl-i İmrân 3/138) Bu ayet bize şunu öğretmektedir ki, Kur’an ancak ve ancak Allah’tan gereği gibi korkanlar ve sakınanlar için öğüt niteliği taşımaktadır. Her şeyi kendisine hak ve mübah gören bir kimse için Kur’an’ın öğüt olmasını beklemek de bir hayal kırıklığıdır.
Kur’an, Müslümanın hayatını düzenleyen bir fonksiyona sahip olması gerekir. Çünkü onun iniş gayesi budur. Bir müminin düşünerek hayatına şekil vermesi ve bunu Kur’an ekseninde yapması önemlidir. Çünkü Rabbimiz; “Biz bu Kur’an’ı, insanlar üzerinde düşünüp öğüt alsınlar ve hayatlarını buna göre tanzim etsinler diye senin dilinde indirerek anlaşılmasını kolaylaştırdık.” (Duhân 44/58) buyurur.
O zaman özellikle bu çağda neden öğüt alınmıyor? Neden herkes kendi bildiğiyle yaşıyor ve neden kimse öğüt vermeye yanaşmıyor? Bir yerlerde bir sorun olduğu aşikar. Yüce Rabbimiz kimlerin öğüt alacağını da bildirmektedir. Mesela şu ayet: “Şüphesiz bu Kur’an, Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüttür.” (Hakka 69/48) Muttakiler Kur’an’a göre bir hayat yaşarlar ve onun öğüdünden istifade ederler. Saygı duymayanlar ve nefislerine/arzularına göre hayatlarını idame ettirenler, öğütten nasiplerini alamazlar. Ayetin beyan ettiği gerçek, budur. Kur’an’ın emri ve yasaklarını yok sayıp arkalarına alanlar, kendilerinin nasıl bir sıfata sahip olduklarını düşünmek zorundadırlar. Eğer imanları var ise.
Öğüt, zorla alınıp verilen bir şey değildir. İsteyenin isteğine kalmıştır. Bu sebeple bir kimse öğüt almıyorsa da illaki zorlama bir öğüde gerek yoktur. Çünkü herkes, hür iradeye sahiptir. Dileyen öğüt alır dileyen almaz. Şu ayette de bu gerçek ifade edilir: “Ama bilsinler ki bu, gerçekten bir öğüttür, uyarıdır! Dileyen onu okur, düşünür ve öğüt alır.” (Müddessir 74/54-55)
Sonuç olarak; insan öğüt almakla ve öğüt vermekle emrolunmuştur. Bu durum, bu dinin, insan ilişkilerinde insana yüklediği en temel görevlerinden biridir ve insan en önemli öğüdü de Kur’an’dan almak zorundadır. Kur’an; müminler için bir hayat rehberi ve öğüt kaynağıdır. Hayatını Kur’an’a göre yaşamayan hem dünyada hem ukbada kaybetmeye mahkumdur. Ve şu da bir gerçektir ki; “… ancak akıl sahipleri öğüt alır.” (Ra’d 13/19) Bir kimse öğüde kulak vermekten mahrum ise kendisine üzülmekten başka yolu yoktur. Çünkü öğüt, aklını kullanalar için anlamlı ve faydalıdır.