Mü'min Emanetten Emin Olandır
Halime Korkmaz
İnsana her şeyin geçici olarak verildiği ve insanın da sahip olduğunu korumakla yükümlü kılındığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsan başta kendi cinsi olmak üzere kendisine bir süreliğine emanet edilen her şeyden sorumludur. Güven duygusuna bürünmesi gereken şeyler, bazen maddi bazen manevi boyutta olabilir ama temel nokta, neden emin olunacaksa ona sahip çıkılması ve onu koruması gerektiği gerçeğidir. İnsanın dünyayla imtihanı da dünyadan götüreceği de burada gün yüzüne çıkar.
Rabbimiz Teala; “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzâb 33/72) buyurur. İnsanın emanet karşısındaki durumunu bu ayet açıkça ortaya koymaktadır. İnsanın emanete karşı nasıl zalim nasıl cahilane bir tavır takınacağı gerçeği aşikardır. Fakat buna rağmen insanın mü’min olması yani güvenilir ve emin olması yani imanının çerçevesi onu kul olarak göstereceğidir.
Emanet; insana verilen bir görev, bir sorumluluk ve hayatında aktif rol aldığı her bir roldür. Günümüz tabirlerinden biriyle ifade edecek olursak, imzası olan her şeydir. Mesela; iş, insan için en büyük emanettir. Görev süresince telefonla meşgul olmak, işi hakkıyla yerine getirememek veya başka şekillerde mesai doldurmak suretiyle gereken işi yapmamak veya iltimas geçmek bunların hepsi bir suiistimaldir. Mesela, insan insana emanettir. İnsan şehre emanettir. İnsan, selam verdiğine emanettir ama insanı da yine en çok insan yıpratır ve üzerek emaneti zayi eder. Mesela; sorumluluk, insana verilen bir emanettir ve lakin insan en çok sorumluluktan kaçmakta veya sorumsuzluğa sığınmaktadır.
Emanet ile adalet aynı zamanda kardeştir. Adaletli olan kişi emanete de hıyanet etmeye çalışmaz, çalışmamalıdır. Emanetin göz ardı edilmesi, iltimastır. Bu sebeple bir Müslüman söz sahibi olduğunda emin olup olmadığını kontrol etmeden o işe başlamamalıdır. Bu durum, hayat yolunda fark edilmeyen ince bir çizgidir. “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisa 4/58) ayeti de bu çizginin sınırlarını çizmiştir. O zaman kendisinden emin olamayan kişi, bir göreve emanetçi olarak tayin edilmesi halinde “ben bu emanete sahip çıkabilir miyim?” diye sormaktan kendini geri çekemez, Emanet ve adalet, insanoğlunun en büyük imtihanlarından ikisidir. Ve belki de en zorudur. Allah Resulünün şu hadisi de bu gerçeği bildirmektedir: “Allah’ın hadlerini (kanunî cezaları, size) yakın olan ve uzak olan herkese uygulayın. Sakın hiçbir kınayanın kınaması sizi Allah’(ın hükmünü uygulama) hususunda alıkoymasın!” (İbn Mâce, Hudûd, 3) “Yakın ve uzak” yani hısım-akraba, ana-baba-kardeş-evlat, hemşeri-komşu, tanıdık-tanımadık, bildik-bilmedik gibi sıfatlara itibar etmeden hak ve hukuk çerçevesini çizebilmek esası oluşturur. Bu konular başta olmak üzere günün her saati her anı, her mevki ve durumda Allah’ın sınırlarını ve kanunlarını göz önünde tutarak hayatı idame ettirmek, mü’mine yakışandır. Hayat, Allah’ın hükmünü merkeze alarak muamele etmeyi zorunlu kılar. Yine bütün her şeyde olduğu gibi temel unsur, kerim olan kitabı bilmeden ve yaşamadan hayat sürülmemesi gerçeğidir. Başka bir ifade ile Allah ve Rasulüne itaatin olmadığı her bir an, mümin için emin olmadan yaşamın varlığına imza atmaktır. Keşke bilinse!
Yine bu konuyla alakalı şu hadis de dinin kriterlerini bildirmesi açısından önem arz etmektedir. Başucu niteliğindeki bu prensip, insanın hayat felsefesi haline gelmediği müddetçe emanet asla korunmayacaktır: “Sizden önce gelip geçen insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Canım elinde olan (Allah)a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!” (Müslim, Hudûd, 9)
Emaneti korumamak veya emanete emin olmamak, dünyanın sonunun da habercisidir. Kıyamet saatinin yaklaştığının ve “hesap-kitap, mizan-terazi, cennet-cehennem, sevap-günah” kavramlarının artık yaşanılacak olacağının da göstergesi kabul edilmektedir. Resûlullah (sav), (bir bedevînin kıyametin ne zaman kopacağını sorması üzerine); “Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekle!” Bunun üzerine bedevî, “Emanetin zayi edilmesi nasıl olur yâ Resûlallah?” diye sorunca, Hz. Peygamber, “Yönetim, ehli olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” (Buhârî, Rikâk, 35) buyurması ne hazindir! Bir işe başlamak isteyen kişinin kendisinin o işi yapıp yapamayacağını sorgulamasının ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seren bu düstur, insanın emanete karşı nasıllığını da hatırlatmaktadır. Modern çağ, insanı hep zirvede göstermektedir ve bu çağın insanı “sen yaparsın, sen anlarsın, sen mükemmelsin” sloganlarıyla yoğrularak ömür tüketmektedir. Ve insan her şeye karşı “ben yaparım” anlayışına sahip olduğundan yükün altında ezilerek hem kendisine hem de çevresindekine zulüm yaptığını anlamamakta ısrar etmektedir.
Müminin kendisine karşı yapabileceği en iyi şey; “ben bu işte kendime karşı emin olabilir miyim?” sorusunu sormadan herhangi bir işe girişmemesi ve emaneti yüklenmemesidir. Bu ise farkında olmakla başlar. Öncelikle kendisinin ve kendisine verilen emanetlerin farkındalığına var(a)mayan kişi (mü’min), kendisinden de emin olamayacaktır.