'Biz İnsana Ana-Babasına İyi Davranmasını Emrettik' Ama...
Halime Korkmaz
Toplumumuzda pek çok konuda insan, diğer bir insana düşünmeden “hayır” der, “duymazdan gelir” hatta onu yerden yere vurur ama mesele ebeveyn olduğunda haklı da olsa haksız da olsa “üf” bile demekten çekinilir. Ezkaza bir “hayır” denilse veya “ben onu değil bunu istiyorum.” denilse “acaba günah mı işledim?” ,”hakkını helal etmez mi şimdi?” vb. bir çok soru ile saatlerce düşünüldüğü gibi anne babalarda konuyu direkt cennet-cehenneme ve süt hakkına kadar bağlar. Herkes, anne-babaya itaati -ki itaat değil iyiliktir ayette zikredilen- cennete gitmenin anahtarı olarak görür, ama acaba hayatın ne kadarında anne-babaya “evet” denmesi ne kadarında “dur” denilmesi emredilir? Bu konu üzerinde düşünmek ve eylemde bulunmak, ülkemizde ve belki de İslam toplumlarında çok önem arz eder. Çünkü düşünülmez ve birileri kişi adına hem fetvayı verir hem de nasıl davranmasını öğütler. İnsanlar, kendileri 40-50-60 yaşlarına kadar gelirler ama anne-babaları sağ ise onların onayını almadan hayatlarına devam etmek konusunda korkuya sahiptirler ve hatta vefat ettiler ise onların kızacağını düşünerek sindirilmiş olarak yaşayanlar da az değildir.
Anne-baba hakkı konusunda hemen hemen herkes şu ayeti çok iyi bilir: “Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara “Öf!” bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!” (İsra 17/23/) Bu ayet, burada bir dursun.
Benim bu haftaki yazım, itaatsizlik olarak addedilen ama insanın birey olduğunu görmesi olarak kabul ettiğim bir konu ile ilgili. Şu ayetten yola çıkacağız: “Biz insana ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Fakat eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne bana ortak koşmaya zorlayacak olurlarsa, onlara sakın itaat etme! Dönüşünüz ancak banadır. Ben de yapmakta olduğunuz şeyleri size bir bir haber vereceğim.” (Ankebût 29/8) Derin ve düşünülmesi zaruri bir ayet. Çünkü evlatların bilmediği, ana-babanın vakıf olduğu konuların olabileceği, anne-babanın bazen kendi nefisleri sebebiyle Allah’ın sınırlarını ihlal ettirebileceğini hatırlatan bir ayet. Gizlide ve saklıda yapılan her şeyin yevmü’l mahşerde ayan beyan ortaya döküleceğini müjdeleyen bir ayet.
Ebeveynler, yavrularını “ciğerparem” diye severler. Hatta anneler, olayı biraz daha ajitasyona bağlayarak hayata dair bugüne kadar yaşadıklarından dolayı onlar var olduğu için durduklarını ve dayanma güçleri olduklarını mütemadiyen çocuklarına özellikle de erkek çocuklarına hatırlatırlar. Günlük alınan bir doz ilaç gibi. Bu cümleler, onlar için bir savunma mekanizması gibidir. Dini literatürde ise yukarıda zikrettiğim ayet en büyük referans olarak hemen karşımıza çıkar. Anne-babaya itaat adı altında zulüm ve haksızlık içerisinde her şeyi yapmak veya söylemek, anne-babayı haşa Allah’ın önüne geçirmektir. Hal böyle iken insanın döneceği yer Rabbi olduğu halde bu unutulurcasına bir hayat yaşanılır ve yaşatılır.
Anne-babanın yanlış davranışını dillendirme konusunda tarihte en güzel örnek, İbrahim Peygamber ve babası Azer’dir. Çünkü İbrahim (AS), babasının yanlışlarına yanlış deyip ona itaat etmemeyi tercih eden büyük bir şahsiyettir. Mesela onlarla ilgili ayetlerden bir kısmı şu şekildedir:
“(Hatırlayın!) Hani İbrahim, babası Azer’e demişti ki: “Putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz ki ben, senin ve kavminin apaçık bir sapıklık içinde olduğunuzu düşünüyorum.” (En’âm 6/74) İbrahim, babasının bulunduğu durumu açık ve net ifadelerle söylüyor “Sapıklık içerişinizdesiniz” demek suretiyle. İbrahim, babasının yüzüne yanlış yapıyorsun diyor çocuk olmasına rağmen hiç çekinmeden ve korkmadan.
“Hani babasına demişti: “Babacığım! Niçin duymayan, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayacak şeylere ibadet ediyorsun?” (Meryem 19/42)
“Babacığım! Şeytana ibadet/kulluk etme! Çünkü şeytan, Rahman’a başkaldırmıştır/asi olmuştur. Babacığım! Rahmân’ın azabı sana dokunur ve şeytana dost olursun diye endişeleniyorum.” (Babası) demişti ki: “İlahlarımdan yüz mü çeviriyorsun ey İbrahim? Şayet (bu haline) son vermezsen seni taşlarım. Uzun süre benden uzaklaş.” Demişti ki: “Selam olsun sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz ki O, bana karşı (merhametli, lütufkar ve benimle yakından ilgilenen) Hafiy’dir.” (Meryem 19/44-47) Ve İbrahim (AS), babasının kovmasına karşın babasının bu durumuna sadece selam olsun deyip gidiyor. Ve İbrahim, babasının bulunduğu yanlış duruma “babamdır, asla sesimi çıkarmayayım” demeden sadece dua edip ayrılıyor oradan. Yanlışa başkaldırıyor İbrahim. Babası dahi olsa Allah’a yönelmeye devam ediyor, Allah’ın sözünü önüne alıyor İbrahim. “Sizi ve Allah’ın dışında dua ettiklerinizi terk edip ayrılıyorum. Yalnızca Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime yaptığım dua nedeniyle bedbaht olmam. (Rabbim duama icabet eder.)” (Meryem 19/48) İbrahim, babasından uzaklaşıp Allah’ın yolunda hayatına devam ediyor. Allah’ın haram ve yasak kıldığı konularda babası dahi olsa “dur” diyebilmek ve Allah’ın sınırlarını ihlal etmek veya edilmesine yardımcı olmaktır susmak ve İbrahim, susmayarak safını belli ediyor.
“İbrahim’in, babasının bağışlanması için yaptığı dua ise sırf ona verdiği bir sözden ötürüydü. Ama onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. İbrahim gerçekten çok duyarlı, yumuşak huylu biriydi.” (Tevbe 9/114)
Allah, kitaplarda ana-babaya iyilik yapmayı emretmiştir itaati değil. Ama anne-babalar, kendilerine sonsuz, kesin ve mutlak itaat ve edilmesini isterler. Allah’ın emirleri ve yasakları mı anne-babanın gönlünün olması mı? Kişi hangisini tercih ettiğine bir bakmak zorunda. Çünkü bu dünyanın bir de dönüşü var. Bu toprağın bir üstü bir de altı var. Ve anne-baba, insanı hayata dair her konuda kendi dediğinin yapılması için zorlarsa burada çocuğa düşen, yanlışı devam ettirmemek ve anne-babanın yaptığının yanlış olduğunu açıkça ve cesurca ilan etmektir.
Bizim toplumumuzda –maalesef- anne-babalar, çocuklarının eğitim hayatından iş hayatına, özel hayatından aile hayatına, sosyal hayatından arkadaş seçimine, yaşadığı yerden oturacağı eve, uyuyacağı saatten yiyeceği yemeğe kadar kısaca hem dünyalarına hatta abartmadan diyelim ahiretlerine kadar her şeylerine karışıp her konuda söz söylemeyi kendilerinin bir hakkı zannediyorlar. Doğrusu, Rabbinin emirlerine boyun eğmek ana-babaya ise iyilik yapmak ve Allah’ın kurallarıyla hayatını şekillendirmektir. Müslüman toplumların anladığı gibi itaat değil iyilik esastır. Keşke bilinebilse...
Evlatlar, anne-babalarını hoşnut etmekle Allah’ı razı etmek arasında kalıyor bazen ve hatta çoğu zaman. Bundan dolayı onlar için hem dünyalarını hem ahiretlerini de heba ediyorlar ama farkında dahi değiller. Anne-babalar, öncelikle evlatlarının hayatlarına karışmamaları gerektiğini ve evlatların onlar için bir imtihan olduğunu bilmek zorundadırlar. Ve “o gün” geldiğinde insanın anasından-babasından kaçacağı gerçeği akılda tutularak evlatlarının ahirette kendilerinden kaçacağı kişiler olmaması için hayatlarını Allah’ın rızası doğrultusunda idame ettirmeleri gerekir.