Halime Korkmaz

Aman Sen de Boş Ver Aldırma

Halime Korkmaz

Böyle bir başlık atacağım hiç aklıma gelmezdi aslında ama yüce Kur’an’ı her okuduğumda her ayetin farklı bir öğreti ve farklı bir eğitimiyle insanı nasıl da olgun bir mümin ve olgun bir insan olmasına katkı sağladığını gördüğüm için bu başlık bu yazıya tam oldu dedim. Bu başlıkla insanın insanla ilişkisinde Kur’an-ı Kerim’in insana nasıl rehberlik ettiğini göstermesi açısından “boş ver, aldırma, yüz çevir” emirlerine dikkat çekmek istedim.

Önce kelimelerin sözlük anlamlarını açıklayalım. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde boş vermek; “dikkate alma, üzerinde durma, üzülme, sıkılma” anlamında uyarı niteliğinde kullanılmaktadır. Yüz çevirmek; “gösterilen ilgiyi kesmek”; Aldırmazlık ise “ilgisizlik” anlamında kullanılır. Bu bilgi hem burada ve hem de kafamızın bir yerlerinde hep dursun.

İnsan, düşünen ve hele hele olumsuz şeyleri düşündükçe kendisine aşırı bir şekilde zarar verebilen bir varlıktır. Bundan dolayı da insanoğlu, zerre miktarı dahi önemi olmayan şeyleri düşünerek hayatını bazen karmaşık bir hale getirebilme yeteneğine sahiptir. Halbuki Kitaba inanan bir Müslüman, Hz. Muhammed’in (SAV) nezdinde Allah’ın insana böyle bir durumda yol gösterip insanın nasıl davranması gerektiğini de öğretmektedir.

Bu yazı; inkarcılar, inanmayanlar ve Hz. Muhammed’i (SAV) üzenler karşısında Hz. Peygamber’e nasıl davranması gerektiği öğretilen yol ve yöntemleri barındırır.

“İnkârcılara ve ikiyüzlülere kulak asma, onların sana verdikleri eziyete aldırma. Allah’a dayan ve güven, güvenmek için Allah yeter.” (Ahzab 33/47-48) İnsanı en çok bir diğer insanın sözleri üzmektedir. İnsan, ağzından çıkanı bilmeyen veya bilmek istemeyen hatta “her şey benim dilimde, kalbimde kötülük yok” diyerek kendisini de haklı göstermeye meyilli bir varlıktır. Ölçüp tartmadan ağızdan çıkıveren cümleler, muhatabına zarar verir de insan aldırmaz yaptığı kötülüğe. Bundan dolayı da bu ayette her söylenilen söze önem verilmemesi, değer verilmemesi emredilmektedir. Buna ilaveten burada dikkate değer bir diğer konu ise kötülük karşısında Allah’a güvenilmesi meselesidir. İnsanın doğru yolda olduktan sonra Allah’a tevekkül etmesi ve güvenmesinin önemine vurgu yapılmaktadır. Başka bir ifade ile Allah’ın her şeyi görüp bildiğini düşünerek herkesin Allah’a havale edilmesi konusuna dikkat çekilmektedir.

İkinci öğreti de şudur: Herkesi kendi yaptığıyla baş başa bırakmak. Yani Allah, kötü ile kötü olunmasını değil herkesi kendi yaptığı ve uydurduğu ile baş başa bırakılmasını emretmektedir. İnsan gerçekte olmayan pek çok şeyi uydurmaya başka bir ifade ile yalan söylemeye pek meyillidir. Bundan dolayı herkesi kendisiyle yapayalnız bırakmak da başka bir emirdir. Mesela şu ayet bu şekildedir: “Bunun gibi, ortakları, müşriklerden birçoğuna çocuklarını öldürmeyi iyi bir şey gibi gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları uydurduklarıyla baş başa bırak!” (En’am 6/137)

Boş vermenin bir diğer boyutu; insanların yaptıklarına tahammül edebilmek yani yaşadıkları karşısında dayanma gücüne sahip olmak veya daha kısa bir kelime ile sabretmek. Şu da bir gerçektir ki insan aceleci bir tabiata sahip olduğu için sabretmesi de insana ağır gelen bir eylemdir. Hemencecik “Olsun-bitsin-gitsin” mantığı anlık kararlar veya eylemleri de beraberinde getirebilir. Oysa bunun önüne geçmek için sabretmenin önemine dikkat çekilmektedir. Boş vermek ve önemsememenin temelinde sabır vardır. Rabbimiz şöyle buyuyor Peygamberine: “Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sa’d 37/17) Burada benim dikkatimi çeken bir konu da Peygamberimize kendisine yapılan veya söylenenlerin diğer peygamberlere de yapıldığını hatırlatılması ve bildirilmesi meselesi. İnsan, bir durumu, bir sözü ve bir eylemi bazen sadece ve sadece kendisi yaşadığını zannedebiliyor. Halbuki bu dünyaya kendisinden önce gelmiş herkes, benzer durumları kendisinden önce yaşamış yani olumsuz durumlarla karşı karşıya kalarak hayatını idame ettirmiştir. Ve Davud’un (AS) yönünü ve yolunu Allah’a çevirerek hayatını devam ettirdiği örneğinden hareket ederek insanın Allah’a yönelerek sabretmesi ve hayatına devam etmesi emredilmekte ve öğretilmektedir.

“Sen onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de rabbini övgüyle tesbih et; yine gecenin bazı vakitlerinde ve gündüzün iki ucunda da tesbih et ki hoşnutluğa erişesin.” (Ta-ha 20/130) Bu ayette ise söylenilenler karşısında Allah’ı günün belirli vakitlerinde tesbih edilmesine dikkat çekilerek başka bir sabır yöntemi öğretiliyor. Müşriklerin söyledikleri karşısında Peygamber’e (SAV) öğretilen metot; huzurun ve hoşnutluğun Allah’ı zikretmekle mümkün olacağı konusudur. Yani başka bir ifade ile Allah’ı unutan gönül, Allah’tan mahrum kalan gönül, hoşnutluğa ve huzura erişemeyeceği gerçeğidir.

İkiyüzlü insanların yaptıkları karşısında insanın nasıl davranması gerektiğinin önemi ise Nisa Suresi’yle emrediliyor. Çünkü insanın mayasında herkese karşı farklı farklı bir yüze sahip olma yeteneği (?) vardır. Bugünkü yüzü yarın farklı, senin yanında farklı başkasının yanında farklı farklı olabilir. Dışarıda farklı evde farklı olabilir. Nihayetinde insandır ve şekilden şekile girmeyi başarabilme gibi bir kabiliyeti (!) vardır. Allah’ın “alîm” sıfatına dikkat çeken ayet, kişinin böyle durumlarla karşı karşıya geldiğinde kendisini zorlamaması çünkü Allah’ın her şeyi bildiğinin önemine dikkat çekilmektedir. Ve emir kat’i: İnsanlardan yüz çevir. Günümüz tabiriyle –teşbihte hata olmasın- mesafe koymak hatta ileri boyutu hiç görüşmemek şeklinde ifade etmek belki de doğru olabilir. Diğer ayet-i kerimeler gibi bu ayette de Allah’a güvenmek ve dayanmak konusu önem arz ediyor. Belki de günümüz insanının da en önemli problemlerinden biri; Allah’a güvenmeyi unutması olabilir mi? Şöyle buyuruyor Allah (CC): “‘İşimiz itaat’ diyorlar, yanından ayrılınca da içlerinden bir grup, içinden, senin söylediğinin tersini kuruyor, Allah da onların içlerinden kurduklarını kaydediyor. Sen de bunlardan yüz çevir ve Allah’a güven, (güvenilecek) vekil olarak Allah yeter.” (Nisa 4/81)

Ve herkesin her yaptığını göreceği, herkesin “kitabını okuyacağı” zaman hiç şüphesiz yakındır. Belki yarın belki de daha yakın olduğuna göre herkesi kendisiyle baş başa bırakmaktır aslında. Seni istemeyeni ve seni kötüleyeni kendisiyle bırakma boş vermek dinin insana bir emridir. İşte yarın orada herkes “her yaptığını ve her yapmadığını, her söylediği ve her söylemediğini” bizatihi kendisi ortaya dökecektir. Bu sebeple kötüyle kötü olunmadan insana verilen hayat emanetinin yaşanması en önemli olandır. Ayette bu durum şöyle haber verilmektedir: “Bırak onları; yesinler, eğlensinler ve (boş) ümitler onları oyalayadursun. İleride (bunların sonunun nereye varacağını) bilecekler.” (Hicr 15/3) Herkes her şeyi “yakında” bilecek iken neden herkesin yaptığını ve söylediğini insan hala önem verir ki?

Sonuç olarak; Allah, Peygamber’in (SAV) özelinde müminlere insanın yaptıklarına aldırmamalarını, yüz çevirip uzak durmalarını ve boş vermelerini emrediyor. Kötülüğün karşısında insana emanet olarak verilen değerli canını sıkmaması gerektiği öğretiliyor. Acaba bugün bu ayetleri kaç Müslüman farz diye düşünerek boş verip ilgiyi alakayı kesebiliyor? Bütün mesele; Allah’a güvenerek ve inanarak Allah’ın istediği şekilde hayatı yaşamaktır. Gerisini mi? Boş verin gitsin…

Yazarın Diğer Yazıları