Halime Korkmaz

Allah Evlerini Bize Neden İmar Ettirmiyor ?

Halime Korkmaz

Camiler ve mescidler, Allah’ın yeryüzündeki evleri olup hepsi Kabe’nin birer şubesidir. Kabe, gönüllerin gitmek için tutuştuğu ve senede bir kısım Müslüman’a nasip olan gidenin tekrar tekrar gitmek için arzu ettiği bir yerdir. Camiler ise isteyen herkesin her saniye ulaşabileceği mekanlardır. Acaba biz gitmiyor muyuz sanıyoruz yoksa Allah bize oraya gitmeyi mi nasip etmiyor? Ben hep ikinci şıkkı düşünürüm. Biz ne kadar istersek isteyelim nasibimizde Allah’ın evine adım atmak düşmediyse bahaneler dünyasında hep kendimize kendimizce haklı bahaneler bulur dururuz. Şu yüzyılın insanında da bahaneler saymakla bitmeyecek kadar fazla. Asıl soru şu:  Allah evlerini bize neden imar ettirmiyor?

Öncelikle şunu kabul edelim ki imar etmekten kastım, cami inşaatı yapmak değildir. Zira bu millet, cebindeki son kuruşuna kadar camileri imar etmek için elinden geleni yapmıştır ve yapar da. Benim imardan kastım, caminin dışında bulunup da içeriye adım atamamaktır. Allah, camileri ve mescidleri imar etme işini, yani bayındır hale getirmeyi başka bir ifade ile geliştirmeyi herkese nasip etmiyor. Bana bu cümleleri şu ayet-i kerime söylettiriyor. “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe 9/18)

Dikkatlerimizi daha iyi toplaması için ayet-i kerimeyi maddeler halinde açıklamaya çalışalım.

•    Bir kimsenin bu dünyada ilk yapması gereken şey; Allah’a iman etmektir. Yani Allah’tan gelen her şeye tamam diyebilme, “isyan etmeden, ama, neden” diye sorgulamadan, hayat rolünü itaat ederek yaşayarak Allah’tan razı olarak nefes alıp verebilmektir. Alemlerin Rabbinin Allah olduğunu bilerek dünyayı sahiplenmeden ve dünyaya hükmetmeden haddini bilenler, mescidleri imar etme hakkını elde etmiş oluyor.

•    Ahiret gününe iman... Dünyada başıboş olmadıklarını bilerek yaşayanlar, yapılan ve yapılmayan, söylenilen ve söylenilmeyen her şeyin hesabının sorulacağını bilerek yaşayanlar, alınan her nefesin sorgulanacağını bilerek nefes verenler, kara karıncayı gören Allah’ın insanın her yaptığını izlediğini bilerek ahirette hesaba çekileceğini bilerek hayat sürenler. Ya bilmeden yaşayanlar? Ölümlü olduğunu bilip de ölümsüz gibi hüküm sürenler onlar da ahirete iman ediyor mu? Yoksa etmediği için mi camiye gidemiyor? Bilmiyorum…

•    Namazı kılanlar veya namazlarını canlı ve ayakta tutanlar... Namaz, İslam’ın beş temel esasından biridir. Müslümanlığını eksik yapmamaya çalışanlar yani Allah’ın huzuruna durmak için çaba gösterenler ve dahi bu çabayı ömür boyu gerçekleştirenler Kabe’nin şubelerinin kapısından adım atabiliyor. Ya namazlarını şöyle böyle kılanlar veya kılmayanlar veya Allah’ın onları huzuruna kabul etmedikleri? Onlar, caminin yolunu ahi bilmeden ömür tükettiklerinin farkında oluyor mu?

•    Zekatlarını verenler... Mali bir ibadet olup olanın olmayanı gözetmesi gerektiği, insanın maddiyatla imtihanında önemli bir unsur olan ve İslam’ın beş temel esasından birini teşkil eden zekatlar… Öşürler veriliyor mu? Arpa, buğday, şeker pancarı, zeytin, sarımsak vb. bunların hakkı hak sahipleriyle buluşuyor mu? Maddiyatın insanı esir etmediği kimseler, Allah’ın evlerini mamur edebiliyorlar. Ya esir ettikleri, paranın uğruna her şeyi mübah sayanlar? Camiyi canlandırabilme hakkını elde edebiliyor mu?

•    Allah’tan korkanlar... Bu bölümde epeyce bir düşündüm. Allah’tan korkarak mı yaşanıyor yoksa herkes gücü nispetinde her şeyi yapıyor ve sonrasında “Allah affeder” denilerek mi tükeniyor ömürler? Herkes, her şeyi fütursuzca ve hesapsızca yaparken Allah korkusu nerede kendisini gösteriyor? İnsan gerçekten Rabbinden korkuyor mu? Eğer öyleyse neden dünya böyle? İnsan, insanı neden kurt misali yiyor bitiriyor? Rabbini yok sayarak her şeyde aktirf rol oynayıp her şeye imza atanlar ve başka bir ifade ile adeta kendisini kendisine hayran bırakıp yaşayanlar Allah’ın evine adım atabilir mi?

Bu dört özellik bir kimsede aynı anda bulunuyorsa o kişinin hem doğru yolu bulacağı hem de Allah’ın evinin yoluna gireceği müjdeleniyor.

Camiler, “Allah katında en makbul mekanlar” (Müslim, Mesâcid, 288) iken ve bu durum, camilere devam edenlerin imanına şahitlik etmeye neden iken (Tirmizî, Îmân, 8) kaç kişi imanına şahitlik ettiriyor? Herkesin adeta “mekan insanı” olduğu şu çağda, herkes herkese mekanlar tavsiye ederken bir caminin yolunu bilmezden yaşanılan ömürler, bizi Rabbimize kavuşturur mu buluşturur mu acaba?

Rab, evine hataları yapmaya devam edenleri veya hoş olmayan işleri ve sözleri söyleyenleri kabul eder mi? İnsan, “ben gitmiyorum” değil “beni Allah kabul etmiyor” derse eğer kendisindeki hataları ve kusurları görebilir. Kendisini sorgulamadan yaşanılan bir hayat, sadece ve sadece insanı Rabbinden uzaklaştırır.

Bu çağın bir diğer dikkat çeken meselesi de, camilerin sadece belirli yaşın üzerindekilere has mekanlar olduğunun düşünülmesidir. Oysa bu mekanlar, Rabbinin kulu olan kadın-erkek her yaştan herkese açıktır. Peygamberin izinde olan gençleri düşünelim. Mesela bu dini mübinin başında adları geçen gençlerden Hz. Ali 10 yaşında; Abdullah b. Ömer 13 yaşında, Zeyd b. Harise 15 yaşında, Esma binti Ebi Bekir 17 yaşında ve Mus’ab b. Umeyr 18 yaşında idi mescidlerde gönülleri ve bedenleri ile bulundukları zaman. Hal böyleyken Allah bu çağın gençlerini de yaşlılarını da neden evine almıyor? Allah’ın evlerini imar etme vakti ne zaman? 
 

Yazarın Diğer Yazıları