Yol
Burhan Karagöz
Bu yol dağ taş, bu yol iniş yokuş, bu yol çamur, bu yol beton… Çalı-çırpı, kıraç-orman… Bu yol patika, stabilize, asfalt, köprü, viyadük, metro, tünel, tüp geçit, köy yolu, otoban, deniz, demir yolu, hava yolu bu yol. Bu yol, maneviyat yolu, bu yol beyin yolu, kalp yolu… Velhasılı kelam, bu yol çetin mi çetin…
Bu yol rahmetli Necip Fazıl’ın:
“Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, top yekun?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!”
Diye tarif ettiği hedefe ulaşmak için geçmek zorunda kaldığı yol. Dedik ya; bu yol patika, stabilize, köy yolu, dağ yolu, ‘şimdilik’ köprü, viyadük, tüp geçit, metro ve tünellerle birbirine bağlanan asfalt, otoban, deniz, demir, hava yolu, gönül yolu, beyin yolu bu yol!!! Bu yolun başı çile, nihayeti ise hayal etmekle, zaman ve mekan mefhumunu paramparça edercesine saf dışı bırakan bir yaşam şekli…
Aslında yol, hedef, niyet.
Sonuç: Zirve…
İnsan, zirveye ulaşmak için çıkar yola. Yoruldun mu dinlenirsin, belki uyursun, ama dinlenince, uyanınca gene yolcağızına devam edersin. Askerde kilometrelerce koşardık. Yorulur, harlar, duraksardık. Bacaklarımıza, karnımıza kramplar girdiği olurdu. Rüzgarın yaladığı suratımızı hissetmez hale gelirdik bazen. Ancak, komutanın onlarca yıl sonra dahi kulaklarımdan gitmediği ikazı; “Asker! Koşu, beyinde biter. Ayaklarda, karın bölgesinde, kramplarda değil. Kalk ve yavaş da olsa devam et. Kendini, yarışı bitirmeye odakla. Daha 2 kilometren var!!!” olurdu.
Sen şimdi havaalanı genişliğindeki bir otobandasın ya, hız, o biçim… İbre, kadranın tam dibine dayanmış. Hız yasağı falan da işlemiyor ya sana; öküz götüren selin üzerindeki tek ayak genişliğinde, üst yüzeyi yontulmuş onlarca metrelik kütük köprüyü yıllar önce annenin sırtında geçerdin, unuttun. Rahmetli de “Yıllar sonra, sekiz şeritli otobanda 200 kilometrelik hızla gideceksin evlat, sabret. Soğuğa, tehlikeye, çileye azıcık sabret!” gibisinden seni ikna edemedi de sadece o birkaç dakikalık ânı kurtarmayı mı yeğledi ne?
Demem o ki; ibadette hayat olmasına zaten vardır da, aslında hayat da başlı başına ibadetten ibarettir desem, yanlış bir ifade kullanmış olmam dostlar... İbadeti, dünya ve ahiret hayatının idamesi olarak yaparsak, Allah (CC) rızasını kazanmayı ön planda tutarsak, ancak bu hedefi yakalayabiliriz. İşte o zaman esas gazımız, debriyaj ve frenimiz, ayaklarımızın altındaki avuç içi kadarcık aparatlar değil, iman dolu kalbimizin nuruyla yoğrulan beynimiz olur.
Zirvesi; âlemi nizama kavuşturmak ve Allah (CC) kelamını (Kur’ân-ı Kerim ve onun hükümlerini) yüceltmek, savunmak ve Allah’ın emrettiği şekilde yaşamak olmalı yaşantımızın.
Bu nasıl olur? Tabii ki günümüzün modası haline gelen sokak röportajlarında vurgulandığı üzere ramazan gelir gelmez gıdaya, deprem olunca ev kiralarına zam yapan, domuz etine haram diye bulaşmayıp kul hakkını, faizi, devlet-millet hakkını oluk oluk yiyen, bunun yanında Cumaları da kaçırmayan bir zihniyetle değil. Bu, ahlakla olur. “Zararın neresinden dönersek kârdır, bu devran madem böyle gelmiş, ama asla böyle gitmemeli. En azından; madem ki bu günün, dünden daha da çirkef olduğu aşikar, bari yarınlarımız, bu gün ve dünlerimizden daha nizami olmalı, daha bilinçli yaşanmalı!” diye dertlenmekle olur.
Çocuklarımız doğunca tabii ki de uçarcasına seviniriz, ancak bu sevincimiz o an’la, o yaş sınırlarıyla, dünya nüfusunu bir veya iki artırdım gibi düşünce kırıntılarıyla sınırlı kalmamalıdır. Onları bir yandan topluma kazandırmalı, bir yandan İslamiyet’in ince çizgilerini yaşayıp ve yaşatarak eğitip öğretmeli, onun hemen yanında da “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” anlayışından uzak; gene sosyal medyada dolaştığı üzere namaz kılan bir hırsız, oruç tutan bir sapık, hacca giden bir yalancı, kurban kesen bir tefeci ve şehadet getiren bir terörist olmamanın, hatta, eliyle, diliyle, kalbiyle, tüm manevi ve legal bireysel ve toplumsal tüm güç ve kuvvetleriyle, gerekirse kanlarının son damlasına dek bunlarla mücadele edebilmek için yetiştirmeliyiz. Analık-babalık işte ilk baştaki kadar kolay, zikretmiş olduğum sonuç kadar da zor…
Gene, zirvesi Allah (CC) rızasını kazanmak olan bir namazı düşünelim. Temelinde temizlik vardır. Temizliğin de en temelinde gusül, onun üstünde abdest, onun temelinde ise temizliğin tuvaletteki kısmı gelir. Yani, sen tut sadece tuvaletteki kısmı ayyuka çıkar, koku ve görüntü çirkinliğine dalıp da sonrası lezzeti; abdesti, namazı, huşuyu, duayı ve duyacağın manevi hazzı bir kenara itersen; farkına varmadan kendi kendinin frenine basarsın, yokuş yerde yarı yolda kalırsın, frenlerin yalama bile olur…
Siyaseti bilinçli bir şekilde yapmanın da aslında temelinde bu mantık olmalı. Zirveye ulaşabilmek için, toplumun refahı ve huzuru uğruna tabanından tavanına her türlü pislikle; dağda, taşta, inde, şehirde, apartman dibi tünelinde terör avlama gibi işlerle, hemhal olmak zorundasın. Nasıl ki abdest bozuldukça tazelenir, bu süreç, akıl ve uzuv sahibinin bilgisi ve beden düzeni dahilinde cereyan eder; dünya döndükçe de toplumsal niyetler, toplumsal abdest almalar, ibadetler, dualar devam edecektir. Bilerek kendine veya başkalarına zarar vermediğin sürece, yurt içi ve yurt dışı tüm yasal yollar, hedefin için mübah olsa gerek…
Ömrün yetmez, yolda kalabilirsin. Yollar kapanabilir, heyelan olabilir, yol çökebilir, Allah (CC) muhafaza, art niyetlilerce dağıtılabilir de maddi ve manevi tüm yollar… Bunlar, seni asla hedefinden caydırmasın, üzmesin… Yeter ki hedefin belli olsun. Ama, hakikaten yolun adam gibi yol olacak. AĞZINDAKİ BİR GRAM DAHİ GELMEYEN SUYLA İBRAHİM PEYGAMBER’İ (AS) NEMRUT’UN DEV ATEŞİNDEN KORUMAK İÇİN YOLA REVAN OLAN KARINCANIN NİYETİ OLDUKTAN SONRA NİYETİMİZ, DOĞRU YOLDAYIZ DEMEKTİR.
‘Yol’suzluk da yol; ‘yolsuzluk’ da maalesef. Ancak, ikincisini ortadan kaldırabilmek ve tüm insanlık istikbalinin beyin ve kalbinden ilelebet silebilmek adına, ilkini en kısa zamanda zirveye çıkarmak için efor sarf etmeli, gecesini gündüzüne katmalı, ömür vermeli tüm bilim insanları, tüm insanoğlu… Yoldan çıkanların ve çıkaranların yolları tespit edildiği an tüm başı bal, sonu zehir bu yollar; bedensel, askeri, ekonomik, toplumsal maddi ve manevi tüm kanuni gücümüzle çökertilmeli, darmadağın edilmeli ki, taraftarlarına fırsat vermesin, bu tür zihniyetlerin iştahlarını kabartmasın, yaşam hakkı olanlara da engel olmasın, olamasın vesselam…