Burhan Karagöz

Temassız Ödeme

Burhan Karagöz

“Arkadaşlar, biliyorsunuz 15 gün sonraki tarih olan 1 Nisan 2008 mesai bitimine kadar Rektörlük’te olması gereken bir yazımız var. Cevabı; KALİTE çalışmaları başta olmak üzere  yurt içi ve yurt dışı yayınlar, atıfta bulunulan yayın sayısı, kendisine atıfta bulunulan sayısı, akademik başarılar, TÜBİTAK’a sunduğu proje konuları, sayıları, eğitim öğretim harici öğrenci etkinlikleri vb. akademik çalışmalar ve  idari personelin kendilerinden beklenilen performansları ile kendilerinin akademik ve idari personelden beklentileri vb. tüm çalışmalar için iş bölümü yaptım. Lütfen akademik ve idari tüm arkadaşlar kendilerine özgü çalışmaları Yakup TURNAGÖL’ün e-postasına atsınlar, kendileri de en son yazının cevap gününde bunları birleştirsin, böylece cevabımızı da vermiş olalım…”

İlgili konu ve diğer gündem maddeleri üzerinde tartışmalar sürerken birim  sekreteri Hakan UZUNYAZAN’a Rektörlük Genel Sekreterliğinden bir telefon geldi ve kalorifercisinden temizlikçisine, özel güvenliğinden büro personeline, öğrenci işleri yetkilisinden taşınırcısına dek  tüm idari personel, apar topar bu işe yönelmek zorunda kaldı. Mantıksal bir işbölümü ile alelacele genel koordinasyon sağlandı, kontrol ele geçirildi, BİDR (Birim İç Değerlendirme Raporu) o an için askıya alınmak zorunda kaldı. 

Tam toplantı dağılacakken ‘özel güvenliksiz’ okul bahçesinde ağız kavgası ile birkaç öğrencinin birbirlerine girdiklerini duyurdular. Önce uygunsuz üslupla birbirlerine sataşmalar, küfürler, tekmelerin yumrukların havada uçuştuğu fiziksel saldırılar... Jandarma ekibi gelmese bayağı bir büyüyecekmiş meğerse olay…

Bıkmıştı artık bay UZUNYAZAN. Her gün daha da yıpranıyordu. Belki de ‘AKSAÇÖLÇER’ veya ‘ÇİLEÖLÇER’ diye dijital bir cihaz sunsa piyasaya mucitler, ilk müşterisi bu vatandaş olurdu Allahüalem. 

Burnundan soluyordu:

Günü geçmesine rağmen henüz cevaplanamayan günlü yazılar, bir kısım personelin ‘Bu benim işim değil!’li gizli eylemleri,  olur olmaz işlerinde “Benim sendikam var. Sendikal olarak etik değil!” söylemini, sendikayı liman kabul etmeleri,  mobbingle yatıp mobbingle kalkmaları, birim sekreterini, yani birinci sicil amirlerini atlayıp işlerini direkt ikinci sicil amirleri, yani ilk sicil amirlerinin de amirleri ile çözme uğraşlarını öne geçiren personellerin çamura yatıcı, yan çizici çalışmalarına ekstradan uğraş vermek,  sistemsel çalışmaların aksamadan yürütülmesi, İŞKUR, kısmi zamanlı çalışanlar,  yemekhane problemleri; yemeğin 90 km. uzaktan, merkez kampüsten gelmesi, on beş kilometrede bin metre rakım inip virajlı yollarda patates yemeklerinin püre olarak sunulur hale dönmesi, iki yüz öğrencilik bir günde yüz kişilik yemek istenip yirmi öğrencinin katılım sağlaması ve seksen kişilik yemeğin ıskartaya çıkması, bir sonraki günde on-on beş kişilik gruba yemeğin yetmemesi, gereksiz yere CİMER şikayetleri, bahçede cirit atan kedi ve özellikle de köpeklere kalıcı bir çözümün bulunamaması, kantin, güvenlik personelsiz  güvenlik sağlama uğraşlarının akıntıya kürek çekmeyi, havanda su dövmeyi çağrıştırması, mesai saatlerinin iş ve işlemlere yetmemesi vb. gibi… 

Milattan Önce 2. binden itibaren Hititler, Frigler, Lidyalılar, İyonlar, Urartulardan Perslere, oradan İskender, Roma ve Bizans imparatorluklarına, oradan da 1071 Anadolu kapısının Türklere açıldığı ana  kadar 18 yaş üstü eğitim öğretim  sorunların farklı şekilde yaşandığını, yöneticilerin, işi organize olanların işlerinin her daim zorluklarını da araştırmıştı bizzat, kendisi… Benzer sorunlar, maalesef,  Milattan Sonra ikinci bin yılın ilk çeyreğinin son yılında da devam etmekteydi. 

Yorulmuş, hayli yorulmuştu. Yorulsa da bulunduğu üniversiteyi dünyanın en iyi üniversitesi yapma niyet ve gayreti neticesinde bu biyolojik yorgunluğun anında bir duman gibi başının üzerinden uçup gittiğinin de farkındaydı. Aşılmaz sanılan sorunlar da gelip geçiciydi. Yeter ki pes edilmesindi karşısında…

Emekliliği dolalı beş yıl olmasına rağmen bu hayat pahalılığında emekli de olmak istemiyordu. Ne yapacaktı olup da? Yapacak yedek bir işi mi vardı sanki? Maaşı da yarıdan fazla düşecekti. 

Bir ayı böyle hengamelerle,  dolu dolu geçti sekreter beyin.  Ama her gün sabrediyor, her gün daha bir sabırla işine odaklanıyordu. Yıllık iznine de çıksa izinde dinlenmek’ten yorulduğunun, ancak  okula döndüğü vakit kendisini dinlenmiş olarak hissettiğinin farkına varıyordu. Tatili dolu dolu da yaşasa, yoruluyordu izindeyken, nedense. İşini, hengameyi, akademik ve idari arkadaşlarını, öğrencileri, sorunlu jeneratörü,  parçası ve ustası tedavülden kalkan, ancak ite kaka kullanmak zorunda kalınan  kalorifer kazanı vb. tüm problemleriyle uğraşmayı seviyordu okulunun…

Günler günleri kovaladı. 

Ay bitti. 

Maaşını hesabında gördü. 

Şükrediyordu Allah’ına bol bol. Kendince, helal paraydı bu. 

Oturdu ekranın başına. Bir yandan kiradır, trafik cezalarıdır, faturalardır, oturduğu yerden ödedi. Kullandığı değişik bankaların kredi kartlarına paralar attı. Bir kısım parayı nakit çekti, kahvede çay parasından tut da pazar parasına dek ayırdı cebine.  Yeri gelince gözünün yaşına bakmadı paranın. Hatunla dolaşmayı severdi pazarı. Meyveden sebzeye, sütten doğal ürünlere varıncaya dek aldılar kendilerince. 

Markete de düştü yolları. Neler almadılar ki…

Mübalağasız, yarım asır öncesiydi. O zamanlar Küre’nin belki de bir numaralı alışveriş merkeziydi Hacı Dursun’un Dükkanı. Gene, şimdiki gibi çokça alışveriş  yapmış, kara kaplı deftere bir bir not tutturmuş, zamanı gelince de belki de veresiye defterindeki  dört-beş  sayfalık, yüzlerce kalemlik hesabını rahmetli Hacı Dursun amca alt alta yazmak suretiyle, kurşun kalemle hesaplamış, saatler süren uğraşlar neticesinde sonucu bulmuş, babası da ödemesini yapmıştı.. 

Ama, elli yılda çok şey değişmişti. 

Aldıklarını kasiyerin önüne ada gibi yığman yeterliydi. Her ürünün bedeli bir ‘dıt’tan ibaretti. Her ‘dıt’ sonunda o malın ederi ekrana yansıyor, senin hesaplamana lüzum kalmadan binlerce kalem malın bedelini toplayıp sana sunuyordu bile. 

İşte fakülte sekreteri  Sayın Hakan UZUNYAZAN hem elli yılda gelinen noktayı tahayyül ediyor, hem de kartındaki limiti kontrol etmekle meşguldü kasiyerin ‘dıt dıt’larından önce.

“10.325 TL, 25 Kuruş beyefendi!” dedi görevli.

Kartını uzattı ve ekledi:
“Temassızı var!”

Gene malum ses: 

“DIT”

“Şifre beyefendi.”
“Dıt dıt, dıt dıt”
“Ödemeniz onaylandı. Teşekkür ederim. İyi bayramlar dileriz.”

“Eyvallah hanımefendi. Bilmukabele!”

Ödeme tamamlanmıştı. 

Aldıklarını bagaja yerleştirirken düşünmeden edemedi:

“AKSAÇÖLÇERE,  (Çileölçere), yansıyan değerler her ne kadar ürkütse de beni, ay sonlarında çalışmamın karşılığını bulabildiğim için Rabbime sonsuz şükürler olsun. İyi ki bir işim var… Daha dün gibi hatırlıyorum; rahmetli Hacı Dursun amca yarım saate yakın toplama işlemiyle uğraşırdı. Ne hikmetse hesap makinesi de kullanmazdı. Bu gün dünün hesap yapıcı makineleri de rafa kaldırıldı, devre dışı kaldı. “

“Bir de şu var hayret ettiğim: Bir ay boyunca çılgınlar gibi çalışıp çabalıyoruz. Bu bir ayı 30 gün diyelim. 30 günde 720 saat, 43.200 dakika ve 2.592.000 saniye var. Yani bir ayda iki buçuk milyondan fazla saniye var. Ben ki gariban; otuz gün boyunca çalışıyorum, bir saniyede harcıyorum. Yani harcamak, kazanmaktan iki buçuk milyon kat daha hızlı günümüzde. Bir ‘dıt’la harcadığını kazanabilmek için bin bir türlü oflamalı puflamalı, avuç avuç saç ağartıcı, yorucu efor sarf ediyorsun. Olacak iş değil doğrusu…”

Geçenlerde İstanbul sahaflarda elime geçen bir kitabın ilk hikayesi beni mest etmiş, kazanma ve harcamaya dair bakış açımı bir tık daha güncellememi sağlamıştı. 

Kendince haklıydı meslektaşım. Hem de yerden göğe kadar haklıydı. Bir ay boyunca kazanabilmek için uğraş dur, sen tut bir saniyede harca… Allah’tan ki çalıştığım kurumumda böyle zihniyetler yoktu. Her işin bir zorluğu illa ki vardı, çünkü hiçbir iş kolay değildi. 

Düşündüm ki dostlar; 

Bu gerçek, sosyal sahada da böyledir. Ekonomide, psikolojide, sosyolojide, spor camiasında, ulusal ve uluslararası tüm arenalarda durum aynıdır aslına bakılırsa. 

Ömür boyu kazanmak için uğraşırsın, taş üstüne taş koyar, binalar alırsın, bir kıvılcım yok eder, Allah (CC) muhafaza. 

Nice kalıcı dostluklar kurarsın, bir ön yargı, yanlış anlama veya açıktan veya gizliden vurulmaya çalışılan bir darbe, anında siler atar asırlık dostluğu. 

Onlarca  yıl hazırlanırsın, idman üstüne idman yaparsın, havayı, partnerlerini yumruklarsın hazırlık maçlarında, günün büyük bölümünde. Ancak esas şampiyonalarda basit bir boşluk gösterirsen, Allah esirgesin, nakavt olursun. 

Demem o ki dostlar;  kazanmak çok zor ve uzun vadeli, harcamaksa çok basit ve kısa sürelidir vesselam…7 Nisan 2025

 

Yazarın Diğer Yazıları