Burhan Karagöz

Tekrar

Burhan Karagöz

(Merhabalar saygıdeğer okurlarım; 

Dünya, kendi ekseni etrafında döner ve bunu günde bir kez, ama her gün yapar. Gene, aynı Dünya kendi ekseni etrafında dönerken, aynı zamanda, Güneş'in etrafında döner ve bunu da yılda bir kez, ama her yıl yapar. İlkinde gece ve gündüz, diğerinde ise mevsimler oluşur.

Karate, tekvando, boks, kungfu, masa tenisi gibi sporların kendine has kuralları vardır, bu kuralları her gün saatlerce çalışarak yüzlerce, binlerce kez tekrarlarız ki ömrümüzün ileriki kısımlarında bu branşlarda, çok üstün başarılı olalım. 

Mesela Bruce Lee, günde 8 saat, haftada 6 gün idman yaparmış ve bundan da hiçbir zaman gocunmaz, severek, isteyerek yaparmış. Sonuç: Dünyanın bir numaralı kung-fucusu. 

Ord. Profesör Fuat SEZGİN, 70 yaşına kadar, günde 17 saat çalışırmış. Sonuç: Türkiye’mizin Nobel ödüllü bilim adamı.

Dünyaca ünlü boksör Rahmetli Muhammet Ali’ye, bir maçta 10 saniyede 21 yumruk sallanmış. Sonuç: Bu yumruklardan hiç yememiş, yani rakip sadece yumruklarını hırsla, öfkeyle, büyük bir enerjiyle sallamakla kalmış, asla isabet ettirememiş.

Gene aynı dünya şampiyonu, Muhammet Ali; 2,8 saniyede 12 yumruk, yani saniyede 4 yumruk atıyor. Sonuç: Tarife gerek bile yok!!!

Bunlara ilaveten:

Sınavlara hazırlananlar, öğrendiklerini çokça tekrarlasın ki, istedikleri okullara yerleşebilsinler, istedikleri mevkiilere gelebilsinler. 

Rahmetli Yunus Emre’nin: “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası!” mısraında yerini bulduğu üzere de, her daim Allah (CC)’la bir ve beraber olabilmek için, her gün açık veya gizli binlerce, on binlerce kez ‘Allah’ deriz, gerek farkında olarak, gerekse olmayarak!!!

Dosta güven, düşmana korku salan Mehmetçiğimiz, Emniyet güçlerimiz, operasyonlarda, şarjörü ‘seri’ye takmayagörsün hele bir; alimallah kan kusturur, kan; kaçacak delik aratır namussuzlara…  

İki kişinin hızarla yarım saatte kan ter içinde üzeceği soba kalınlık bir kütüğü, bir odun motoruyla, tek kişi, yarım dakikaya kalmadan üzebiliyor. Neden? Çünkü, motordaki ROTOR, dönme hızını dakikada 12 bin, saniyede 200 kez tekrarlıyor. 

Bir jet uçağının görevini hepimiz biliriz… Motorundaki ilgi aparat ise, dönme işini, saniyede 550 kez yapıyor… 

Yani; tekrar, tekrar, tekrar… Hepsinin sonucu da mükemmel… YETER Kİ KULLANICILARIN NİYETLERİ HALİS OLSUN… ‘Halis olsun’ dedim ya; Allah muhafaza bu tekrar işini, hız işini hin oğlu hinler, hainler kavrayıp da art niyetlerine alet etti mi, vah halimize!

"Yüz seksen kere de olsa tekrar etmek daha güzeldir” anlamına gelen “Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen” Arapça darbı meselini de burada anmadan edemeyeceğim, çünkü meramımızı destekler mahiyette… 

Yeme-içmeler de öyle değil mi? Her gün, her öğün tekrarlarız bu işi. Doyarız, acıkırız, yeriz, tekrar acıkırız, tekrar yeriz. Tekrar, tekrar, tekrar… Nefesimizi alıp da veremediğimiz, verip de alamadığımız vakte kadar da bu işi tekrarlar dururuz.

Günde beş kez kıldığımız vakit namazları, haftada bir kıldığımız Cuma ve yılda iki kez kıldığımız Bayram Namazları belirli aralıklarla tekrarın yerinde ve zamanında oluşunun mükemmeliyetini bize sunmuyor mu dostlar???

Mahiyetindekiler görevlerini eksik mi yapmışlar?

Aynı görevlerindeki hataları gidermelerini saygı ile tekrar hatırlat!

Yapmamışlar mı? 

Sevgi ile, hoş görü ile tekrar hatırlat!!!

Savsaklıyorlar mı?

İtina ile, kelimelerini özene bezene seçerek tekrar tekrar, yeniden hatırlat!!!

İşi yokuşa mı sürüyorlar? Çamura mı yatıyorlar? 

Bildikleri halde gene de araştırmayıp da mı, ezberden mi yapıyorlar?

Bildikleri halde araştırmayıp yapmıyorlar mı?

Bilmedikleri halde hem araştırmayıp, hem de yokuş yaparak mı yapmıyorlar?

 “Ben bu işi hiç yapmadım, bilmiyorum!” mu diyorlar?

“Bu iş benim işim değil!” mi diyorlar???

Bıkmadan, usanmadan, kırmadan, dökmeden, tevazu ile tekrar tekrar hatırlat… 

Halim olarak, selim olarak hatırlat, düşündüğün tüm olumsuzlukları içine gömerek, diline yansıtmadan, höykürmeden ince eleyip sık dokuyarak, kırk bir kere düşünüp tek kelime konuşarak tekrar tekrar, kibarca hatırlat…

Onları, bilmedikleri halde araştırıp, öğrenerek yapar konuma getirinceye kadar, hatta, bildikleri halde gene de araştırdıktan sonra doğrusunu yapar konuma getirinceye kadar eğit, görevlerini onlara hatırlat!!!

Hatırlat, hatırlat, hatırlat…

Geçenlerde bir aile dostumla hasbihal ediyoruz. Kırdan bayırdan derken, iş döndü dolaştı aile meselesine: 
 “Hoca, dedi, hadi gel sen bana kabahat ver. Prizdeki bir elektrik veya telefon kablosu nasıl çekilir? Fişin, prize en yakın dibinden mi tutulur, ortaya yakın yerinden mi?”

Zaten evdeki bu hadise küplere bindirmişti kendisini, sabah sabah. Arı kovanına çomak sokayım dedim ve “Orta yerinden tutulur!” deyiverdim.

Alışkındım zıddına basıldığındaki ses tonuna, kalp kırışına, jest ve mimiklerine. Kızardı, bozardı; yakın yere düşen yıldırımdan önceki şimşek gibi parladı:

 “Bana bak hoca, sana zaten bir şey söylenmez ki… Hata bende! Bir aile meselesini neden açarsın ki başkasına? Seni arkadaş bildim bir de, hata bende yahu!!!” Durdu. Tabir yerindeyse, motoru da soğumuşa benziyordu. 

Ben ne yaptım: Kendi cevabıma ve onun parlamasına hayli seslice güldükten sonra, ciddileştim. Yavaş yavaş ve tane tane cevap verdim:

“Şonu (şunu) alsana eline!” dedim, hesap makinesini göstererek. Ben söyleyeceğim, sen yazacaksın. Anlaştık!!!” 

Kızarmış iri gözlerini, burnunun üzerinde bağdaş kurmuş gözlüklerinin üzerinden bana dikti: 

 “Hıhhh!!! Söyle!”

“Kaç yaşındasın?”

“60”

“7’sini çıkar, 53 kalır. Yaz abi: 53x365?”

“19.345”

“Çarp 5’le?”

“96.725!!! Eeeee???”

“Sana neyi hatırlattı koçum?”

“Ne diyorsun sen be hoca? Neyin peşindesin gene? Konuyla ne alakası var? İyi ki sana bir derdimizi açtık??? Adamı derdini açtığına açacağına bin pişman etme yahu, muhabbetin içine etme, delirtme beni!!!”

Gene kızdırmıştım vatandaşı. Fena kızmıştı hatta. Kıs kıs gülmemden bu kızışı daha da alevlense de, 
“Bak muhterem, bu hesap, yani bu sonuç, yani, 96.725, düş ikisini de, etti mi 96.723; senin, 7 yaşından itibaren bugünkü İkindi vaktine dek dinlediğin TOPLAM EZAN SAYISI!!! Yani, hiç bunca yaşına kadar, Allah (CC) Hazretlerine isyanda bulundun mu? ‘Yetti be Hasan hocam, Sözen hocam; ben, Sabah Namazı’nın saat 7’de olduğunu, Öğle’nin 1’de, İkindi’nin 3’ü 20 geçe, Akşam’ın 6’ya 10 kala olduğunu biliyorum. Yeter artık okumayın şu ezanı’ diye gizliden veya açıktan bir serzenişte bulundun mu? İsyan ettin mi, haşa???”

“Ne diyorsun hoca sen? Olur mu öyle şey? Haşa, sümme haşa!!!”

Söz sırası bana geçti artık. Rahat bırakır mıyım hiç?

“Peki, madem Allahü Teala’nın herkesle beraber sana da her gün beş kez çağrısına, üstelik çağrı saatlerini ve sözlerini bildiğin halde, her gün aynı tekrarla çağrışına, davetine, bunu sen hayatta olduğun sürece de günde beş kez yaşayacağını bildiğin halde bile hiçbir itiraz, hiçbir isyan etmiyorsun da, aile efradının, eşinin, çocuğunun, belki de torunlarının bir hatasına, demene göre hatırlattığın halde, prizdeki fişi dibinden değil de ortasından tutup çekmesine sabredemeyip de, sabah sabah ne var ne yok içini dökmene, kalp kırmana ne gerek vardı? Neden tekrar tekrar hatırlatmadın ki? Neden ‘Bakın oğlum, bunu şurasından tutarsanız kırılmaz da, bozulmaz da, yeniden almak için de paramız da gitmez, di mi?!’ diye tekrar tekrar neden vurgulamadın ki mübarek??? Akşam yolunu dört gözle gözleyecek konumdan, ‘Eyvaaaaahhhh!!! Bizim ki geliyor gene, inşallah bize cehennemi yaşatmaz!’ konumuna düşürüyorsun hem kendini, hem de aile bireylerini???”
     

     Daha da kızardı, mevcut kızarıklığının yanında turşu halt etmişti. Çehresi yetmiyormuş gibi gözleri de kızardı; bana mı öyle geldi bilmiyorum ama, zaten kırmızı kırmızı olan gözleri de dolu dolu oldu… Bir iki yutkundu, çok şey söylermiş gibi yaptı, ama; 

“Takdir ettim seni be hoca. Hakikaten de edebiyatçıymışsın…” muhabbetiyle yetindi… 
 

Yazarın Diğer Yazıları