Burhan Karagöz

Otobanlaşan Hayatın Şımarık Şoförleri

Burhan Karagöz

Çağımız,  aslında hız çağıdır dostlar. 

Her şey hızlı: Teknoloji hızla ilerliyor, hayat şartları çok çabuk değişiyor, yenileniyor, gelişiyor, her gün ihtiyaca göre yeni yeni keşif ve icatlar gelişiyor, ulaşım gittikçe hızlanıyor. Bunun yanında algılar hızla değişiyor; analiz edilip okyanus misali hem genişlemesine, hem de derinlemesine inildikçe insanın psikolojik, sosyolojik, toplumsal, ekonomik, bedensel ve ruhsal ihtiyaçları, güvenlik ihtiyaçları,  hızla gelişip, çeşitlileşip,  gene aynı hızla saf değiştirebiliyor. İnsan olarak en ufak ferdi hızlanır da ailesinden en üst teşkilatı devleti bu hızdan etkilenmez mi? Tabii ki de nasibini alır. Olumlu veya olumsuz… Bu iki zıt unsur, hızdan ne anladığımıza göre değişir… 

Yalnız bir gerçek var;  bizi etkileyen her şeyin gidişatı yıldırımları kovalatsa da ardından, namaz gerçeği o oranda yavaş, huşu içinde icra edilmeli ki, hız, yaşantımızın tökezlemesi değil, aksine enerji kaynağı, yakıtı olabilsin!!! Mesela namaz,  Peygamber Efendimiz (SAV)’in kıldığı gibi kılınmalıdır. Bu hususta şöyle der Kutlu Nebi (SAV):

“Namaza durduğunda, önce tekbir al. Sonra Kur’ân’dan kolayına geleni oku! Sonra rükû‘a var, eklemlerin yerli yerinde (mutmain) oluncaya kadar dur! Sonra başını kaldır, ayakta büsbütün doğruluncaya kadar dur! Sonra secdeye var, mutmain oluncaya kadar kal! Sonra başını kaldır, mutmain oluncaya kadar otur! Bunu namazının bütününde böyle yap!” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, h.no:423) Fatiha ve diğer âyet ve sureler de Allah’ın emrettiği gibi (Müzzemmil Suresi/4), tane tane, düşüne düşüne ve yavaş yavaş okunmalıdır. Yoksa insanoğlu; farkına bile varmaksızın gönül, kalp, ruh ve akıl coğrafyasını, tüm letaiflerini, çakralarını, hiç sevmediklerine dahi peşkeş çekebilir. Allah (CC) muhafaza…

Geçenlerde aracımla İstanbul’dan dönüyorum. Otobandayım. Araçların kilometre göstergeleri, şerit bölmelerinde gizlenmiş. Bu, aslında bir dünya gerçeği. Şöyle ki: En yavaşlar en sağı, en hızlılar da en sol şeridi mesken tutmuş. Tabii İngiliz ve sömürgesi devletlerde tam tersi. Trafik sağdan akıyor. 

En soldayım. 

Aracın üzerine çıktığımdan bu yana köy yollarında dahi emniyet kemeri takan, sinyali asla terk etmeyen birisi olarak ben, hem şerit değiştirmelerde, hem de kavşaklarda hep kullanmışımdır bu mereti, sinyal gerçeğini. Gerek arkamdaki, gerekse ön ve yanlarımdaki, özellikle de arkamdaki araçların dikkatli olmaları adına, şerit değiştireceksem şayet, saniyeler, metreler öncesinden sinyalimi veririm ki hiçbir sıkıntı yaşamayayım, yaşatmayayım. 

Onlarca kilometre bu böyle gitti. Her şey normal, öndeki, arkadaki, yanlardaki de hep böyle yapıyor zaten: Tepe aynasından kontrol ediyorsun ya sinyal, ya selektör; kulak aynalardan görüyorsun durum aynı, tüm takip ettiklerin de  hep aynı kuralı işletiyor: Veriyor sinyalini, fırsat bulduğu anda değiştiriyor yönünü. 

Ancak, hayat hep böyle devam etmiyor dostlar!!!

Dedim ya otobandayım; hızım, 120-130 civarı. Gündüz vakti. En soldayım. Trafik, vızır vızır. Her 10-15 saniyede bir tepe aynasına da gözüm kaydığından, bir ara selektörle uyarıldım. Adam hızlı. Hızlı da, maalesef bizde, hızlılar kural mural da tanımaz hale gelmişler haaaa! Sağ sinyal çubuğumu indirip, ilk fırsatını bulduğum anda yol verdim. O hızla giden beni dahi rüzgarıyla hafiften bir salladı mübarek. Ne hızdı bee! Sen de 160, ben diyeyim daha fazla. Allah’tan ki onun selektörüyle benim aynayı kontrol zamanım çakıştı. 

Hızlı bir şekilde akıyor trafik. Sağlı sollu gidişler devam. O da ne? Arkamdaki araç anında önüme doğru kırmasın mı direksiyonunu!!! Eğer refleksim anında frene bastırmasaydı beni tam ortasından biçiyordum insan dolu aracı. Allah’tan ki o hızda beni de hemen arkamdan takip eden yokmuş ki başkalarının hakkında vardığım yargı, benim de başıma gelmedi. İki kelimeyle: Allah (CC) korudu. Beni böyle ‘sağ’lamakla, hem de sinyalsiz;  yetindi mi  bu sürücü, asla! Âlâsını yaptı: Önümdeki karşı şerittekileri de çaprazlama riske attı. Uzun uzun kornalar, bağırıp çağırmalar vs… 

Otobandaki ses, aslında sahilde yaşayanların denizden duydukları sesle hep aynı gelir bana. Derin mi derin, kalın, hiç bitmeyen bir uğultu. Bu ses, aslında otobanlaşan hayatın normal sesidir. Tüm kurallara uyulur, hızlılıksa  hızlılık,  yavaşlıksa yavaşlık, durmaksa durmak! Değil mi yani; saatlerce önce, ihlaller okyanusuna yelkensiz dalıp, kafanı camdan çıkarıp,  “Jet motoru musun be koçum!” Diye tüm ses tonunu kullandığın, gırtlağını yırtarcasına gururlandığın aracın, dakikalarca sonra mıyıl mıyıl gider hale düşmüş, yetmemiş, saatlerce kitli trafikte adım bile atamaz hale gelmiş. Bu normal. Peki anormal olan ne hemşerim? Şu: hayatı; paltoları omuzlarında veresiye duran sokak kabadayılarının ellerinde salladıkları, bol ses çıkaran, arada bir şaklattıkları   iri taneli tespih gibi gören, kural bilmez, bilse de yaşamaz şımarık şoförler… Hatta, bunların otoban trafiğine sızan magandavari versiyonları. 

Hıza dediğim yok. Yola, aracına, kendine, cebine güvenirsin, yaparsın. Ancak senin bu güvencin;  kural bilmez, bilse de göz ardı ettiğin uygulama fakiri yaşantının, kendinle beraber başkalarının da hayatlarını cehenneme çevirmesine sebep oldu mu işler değişir gardaş.

İnsan her daim aklını ön planda tutmalı; bilgisini, imkanlarını, yaşantısını başkalarının hayatlarını da koruyarak yaşamalı ve yaşatmalıdır. Sen duymasan da, aslında altına çektiğin ‘zavallı’ aracının senden açık ve gizli istirhamı şudur: “Beni, lütfen senin ve başkalarının hapishane, hastane ve mezarlık tercihi yapma. Beni, hızlı otobanların mutluluk veren, huzuru yaşayan ve yaşatan aracı yap. Sen, şoför olarak devletsin, anasın, babasın, evlatsın. Beni, lütfen zürriyetinin taze fidanlarını yetiştirmek üzere kullan…”

 

Yazarın Diğer Yazıları