İlginç Kahvehane Toplantısı-2
Burhan Karagöz
İSTANBUL’dan gelen Yusuf bey konuşmazsa hiç olur muydu?
“Abdest aldım da cami merdiveninin basamaklarını tırmanıyorum. Dudaklarım abdest dualarını okurken, parmaklarım gömleğimin kollarını düğmeliyor. İkindi’mi kılıp eve geçeceğim.
“Hocam?” Diye seslendi caminin karşısındaki balıkçı. Sürekli selamlaştığımız için hedefinde ben olduğumu hemen anladım. Kendisine döndüm:
“Buyur abi!”
“Sana kavun satayım hocam. Akşam yengeyle yersiniz.”
Balık sezonu bitmiş, kavun-karpuz sezonu başladığı için boş durmayayım diye tezgahını tonlarca kavunla doldurmuştu. Bir gece önce Ankara’dan geldiğim için, yol güzergahından dört-beş tane almıştım. Yoksa arkadaşı kırmaz, bir yerine iki de alırdım.
Durumu aynen anlattım.
Israr etmekle kalmıyor, adeta ısrar, ikna ve inat üçlüsünü çarpıyordu. O ısrar ettikçe de bana gına geliyor, inat bu ya, hep kavunsuz da kalsam, sonuçta almaz duruma düşüyor, kendisinden bir tık daha soğuyordum. Kendimi biliyordum çünkü.
Nihayetinde, satabilmek için dakikalarca uğraş verdi. Ben de, her seferinde uygun ve değişik kelimelerle mazeretimi tekrarladım. Anladım ki inat hususunda benden aşağı değil.
“Abi bana müsaade! Camiye gitmek zorundayım!” dedim. Tam kapıdan içeri gireceğim, yanındaki 3-4 arkadaş veya müşterisine hava atmak için olsa gerek, benim duyabileceğim yükseklikte:
“Almazsan alma yahu! Cebine koyverecek değilim ya!!!” demesin mi! Siz düşünün o namazımdaki huşumu, konsantremi!!!”
Namazımı tamamladım, tesbih, dua derken çıktım, geldim yanına:
“Yiğit bey, benim sana borcum var mı, dedim tepkimi açıkça kusarak.”
“Aaaaa; ayıpsın yani hocam, öyle şey olur mu? Beni yanlış anladınız!”la başlayıp dakikalarca özür üstüne özür dilemesi dahi, ikna çabasını boşboğazlığıyla pekiştiren üslubu sayesinde; kendisinden, şiddetli, uzun süreli ve hatta anında nefret etmemi frenleyemedi.
İLİNİ AÇIKLAMAYAN bir arkadaş da kasaptan aldıkları iki kiloluk som etin içinden ayı dolusu (domdom kurşunu) çıktığını, tahlillerde, etin domuz eti olduğunun anlaşıldığını beyan etmişti. Şeksiz şüphesiz içerdeki herkes bu tür esnaf anlayışına lanet okudu.
EDİRNE’den gelen, farklı bir örnek verdi. Arkadaşı diyormuş ki:
“TEKİRDAĞ’da satmak üzere Edirne’den getirilen bir kamyon fasulyenin şoförünü bir gece öncesinden uyardık, bu işi bu ilçede yapmamasını, bizim pazarda tezgah açmamasını, köyden kentten gelen yerli esnafın para kazanması gerektiğini söyledik. Dinlemedi. Bana demokrasiden, istediği malı yurdun her tarafında satabileceğinden bahsetti. Ne yapalım, günah bizden gitti artık. ‘Sen bilirsin!’ dedik. Baktık ki tezgahını açmış, müşteriler gani, harıl harıl çalışıyor.
Biz üç arkadaş, aracımızı zula bir köşeye çektik. Bir arkadaş bayağı bir meşgul etti kendisini, diğer birimiz de gizlice çıktı kamyonun üzerine, yirmi kiloluk gaz yağını baştan aşağıya döktü tüm fasulyenin üzerine. Sonra da bir yolunu bulup yanından ayrıldık. Yarım saate kalmadı, pılını pırtısını toparlayıp bıraktı gitti!”
Gerçi her bostanda bir ve daha çok eğri hıyarın olacağını herkes biliyordu. Bu, o yöre insanının tamamına atfedilemezdi. Ancak dıştan gelene karşı bir kişi de yanlış yapsa, bunun, o yörenin tamamına mal edilmesi muhakkaktı.
“Bizim orada sadece esnaf değil sıkıntılı olan, dolmuş şoförleri de yolcularına, özellikle de üniversite öğrencilerine ve dahi hoca olan yolcularına fırça atabiliyor, posta koyabiliyor. Gerekirse kavga ediyor onlarla. Okullar açılalı daha bir dönem dahi olmadan 30 kişilik Eczane Hizmetleri Bölümü’ndeki sayımız 18’e indi.” Diyen MALATYA’dan dahil olan Murat beyin sözüne, ANAMURlu Şahin, öğrenci sorunlarının bir diğerine temas etmeden edemedi: “O dönemler normal ev kiraları 5.000 TL iken, kiralık eve üniversite öğrencisi talipse şayet, beş öğrenciden teker teker 5’er bin TL alınıyor, al sana ev kirası piyasası… Sancısız bir doğum maalesef… “ örneğiyle destek verdi.
Denizcilik bölümünü KÜTAHYA’dan kazanıp kayıt için annesiyle gelen Aysun’un, bir çayımızı içip maalesef kayıt yaptırmadan gerisin geri dönüşü bir olmuş, bu örneği de sebebiyle beraber her yerde anlatıvermişti ÇANKIRILI üniversite idarecisi:
“Sayın hocam, önce, esnafınızın gözü doymalı. Birkaç yıl önce, kayıt zamanı, terminalden okulunuza taksi tutup gelen velimizden 20 TL ücret almışlar. Bu, bayağı uçuk gelmiş müşteriye. Olacak ya, bahçede denk geldiği bir başka taksiciye ilgili güzergahın fiyatını sorduğunda ise ödediği ücretin, normal fiyatın dört katına denk geldiğini öğrenmiş. Batı toplumlarında devrimler alttan üste doğru, biz dahil sair Doğu ülkelerinde üstten alta doğrudur maalesef, hemşerim. Belediye Başkanı ve Kaymakam bunu, fiyat konusunu kontrol etseydi, esnaf bu kadar bariz şekilde at oynatamazdı.”
Haklıydı.
Aşağıdaki bombayı da TRABZON’dan gelen Yahya bey patlatmıştı. Herkes dil ısırdı:
“Bu Sözümde ‘elif yalanım varsa (zerre kadar yalanım yok, tüm söylediklerim harfiyen doğrudur.)’ şurdan şuraya varmayayım. Yeni taşındığım ev sahibine salonun doğramalarını değiştirirse daha iyi olacağını, boğazın vadi soğuğunu biraz daha keseceğini kibar şekilde söyledim. Biraz düşündükten sonra, ‘Seni ararım hocam!’ Dedi. Birkaç gün sonra aradı, bir telefon numarası verdi. Takip etmemi istedi.”
“Bak hele, maşallah bu ev sahibine. Sonra noldu?” Meraklı, SİNOP’tan gelen Aysel hanımdı.
“Bugün 10 Ocak. Ev sahibimin verdiği numara ile ilk görüşmemi 30 Ekim’de yaptığım ölçücü, anca 2 Ocak’ta gelebildi. Bu tarihe kadar telefonla görüşme sayımız 12. Yanlış duymadınız, 5-6 kez randevu verdiği halde 64 gün sonra gelebildi: ‘Öyleydi, şöyleydi, planımızı bozmak zorunda kaldıktı, unuttumdu, işim çıktıydı, hastanedeydim, acilen falan yere gitmek zorunda kaldım!!!’ vs. gibi doğru yanlış bahanelerle kendisiyle, evet sadece kendisiyle maalesef 64 günde 12 kez telefon görüşmesi yapmışız. Nihayet doğrama; şirket sabit telefonu ve montaj dahil, inanın, tam anlamıyla, 73 güne ve 25 kez telefon görüşmesine mal oldu.”
Konu ev sahibi-kiracı meselesi olunca KAYSERİLİ Kerem hoca kendini tutamadı:
“Şu an değişik görev ve kademelerde olan çocuklarının da öğretmeni iken, görüştüğümüz her yerde bebelerini soran, ağzımdan çocuklarının reklamını yapmamı aşırı isteyen ev sahibim, geçtiğimiz en son enflasyonda komşudan haber göndermiş, evini boşaltmamı istemiş, istediği kira artışını yaptığım halde doymayıp, evde kiracı varken evine doğalgaz döşetmenin zor olduğunu bahane ederek çıkmamı açıkça istemiş, olur olmaz yerde aleyhimde konuşmalara başlamıştı. ‘Sana istediğin kirayı vermeye hazırım. Beni bu karda kışta, bu soğukta taşınmak zorunda bırakma. Evde yaşlı ve hasta babam var, üstelik yazın da oğlumu evlendireceğim.’ Demem üzerine, eşek yüküyle parasının olduğunu sağır sultanın bile bildiği bu şarapçının olur olmaz yerde evini bir an önce boşaltmamı istemesi, inşaat malzemelerine sürekli zam geldiği için zarar ettiğini neredeyse ağlayarak sunması bardağı taşıran son damla olmuş, günümün dolmasına daha 5 ay varken, üstelik babamın da rahatsızlığı hat safhadayken, çıkmam, adeta yazılı kanun maddesi kadar kesin hale gelmişti. Ben çıkar çıkmaz da önce parasızlıktan ağlayan bu zat-ı sefil, birkaç hafta içinde gerekli dönüşümü yaptırmış, oturduğum fiyatın da dört katına kiraya vermişti.“
Birkaç saat sürdü bu sohbet-toplantı karışımı ortam; uzadıkça uzadı. Bu arada ‘misafir’ çayla beraber tost, boğaca, simit türlerini de afiyetle yedi, bir yandan kendisinin nasıl başkan seçildiğini, hiç aklında hayalinde yokken nasıl ikna edilip de aday oluşunu kabullenmeye çalışıyor, belgeleri ince ince yeniden inceliyor, diğer yandan da neredeyse tüm Türkiye’den gelip de burada toplananların ‘ESNAFZEDE HİKAYELERİNİ’ dinliyordu. İlk baştaki haliyle şimdiki hali, taban tabana zıttı: Sevmişti ortamı.
Nihayet kendisini ‘adam yerine koyup’ masalarına davet ettiler. Memnuniyetle çöktü ortamlarına.
Sohbete özel kimlik göstermekle başladı. Kartta iri puntolarla MÜCADELEYLE MÜCADELE DERNEĞİ yazıyordu. Müsaade isteyerek elinden aldı kartını Ankaralı, detaylı baktılar. MÜM-DER’in altında, bayağı bir ufak puntoyla ‘HER TÜRLÜ ESNAFLA MÜCADELE EDENLERLE MÜCADELE EDENLER DERNEĞİ’nden başka bir şey yazmıyordu.
Aslında çay içmek niyetiyle görüp incelemeden daldığı yerin bir dermek kahvehanesi olduğunu saatler sonra anlamıştı. Doğru, burası bir kahvehaneydi, ancak o an için Anadolu illerinin yarısına yakınından aynı amaç etrafından görev yapan birer kişi burada toplanmıştı. Konuyu çoktan anlamıştı. Fakat, kuruluşun adını henüz çözememişti.
Kendini tanıtması özel kimlikle olduğundan, karşı tarafı da tanımak öyle olmalıydı.
Artık dağılacaklardı yavaş yavaş. Aynı gecede çayları 4. Kez demlemişler, bitmişti.
Üyelerden biri kapının üzerindeki levhanın daha ciddi durması için yenilenmesini talep etti.
“Dışta?!!!”
“Kapı üzerinde?!!!”
“Levha?!!!”
Levha mevha görmemişti bay avukat, sayın dernek başkanı.
Kendi kendine kızdı.
Bir çeviklikle çıktı dışarı, anlamasa da:
Kapının bayağı bir üstünde, bir tahta parçasına keçeli kalemle yazılan GELEN ANEMİ DERNEĞİ yazısını cep telefonun ışığı sayesinde anca okuyabildi.
Ne kadar kafası dolsa da, ‘kansızlık’ anlamına gelen ‘anemi’ kelimesi ile, saatlerdir konuşulan hususları bağdaştıramadığını sordu kahveci başkan beye.
“Sayın başkanım, alt tarafki yazıyı okumadınız sanırım. Yani Gelen Anemi Derneği’nin altındaki küçük küçük yazıları! Ayrıntıya dikkat ediniz lütfen!”
Allah Allah… Yorgunluğu her halinden belliydi. Bir şey demedi, tekrar bir çırpıda çıktı dışarı. Yerdeki gaz tenekesinin üzerine bastı, ene kona okumaya başladı:
GELEN ANEMİ DERNEĞİ
(GEL-EN-A-N-E-Mİ DERNEĞİ)
(GELİŞMEYE ENGEL ART NİYETLİ ESNAFLA MÜCADELE DERNEĞİ)
Tam kalkacakken aklına takılan birkaç hususu sordu:
1) İlk geldiğinde demli çay istemesine rağmen bayağı bir açık çay gelmişti, sebebi neydi?
2) O kadar bağırıp çağırmasına, hakarette bulunmasına neden kimse tepki vermemişti?
3) Kahveci de dernek üyesi ve bir esnafzede idi, ancak çayı neden başkası vermişti?
“Sayın avukatım, buraya, bu toplantının ortasına gelen ilk yabancı sen değilsin. Biz her türlü hakarete alışkınız, çünkü biliyoruz ki ilgili yerleşim yerinden hareketle tüm Anadolu’yu, Anadolu esnafını düzeltmekle mükellefiz. Buradaki herkeste değil bulundurma, taşıma ruhsatlı bile silah bulunur. Tüm üyelerimiz de boks, kungfu, karate vs. gibi sporlarının en az birinde uzmandırlar, keskin nişancıdırlar, her gün de belli bir süre komando eğitimi almayı asla aksatmazlar. Derneğimizin tüzüğünde vardır bu. Nokta.”
Devam etti konuşmacı:
“Her ilden gelen arkadaş yöresindeki en önemli esnaf sorununu yansıtır ortama. Sonuçta tüm Anadolu’daki esnafın sütten çıkmış ak kaşık gibi olması, haliyle yerlisiyle yabancısıyla o yörenin marka haline yükseltilmesi amaçlanır. Bir düşünsenize; Allah (CC) muhafaza, bu sorunların hepsi bir ilçede bulunursa n’olur? Sürekli kan kaybeder, gelişemez, küçüldükçe de küçülür, battıkça batar.”
Yabancı, sorularının cevabını tahmin etmekle yetindi.
Konu konuyu açtıkça, çiçeği burnunda dernek başkanı, namı diğer yabancı, misafir; oradaki herkesle dost oldu ve nihayet, yeni başkan seçildiği derneğin adını değiştirmek için tez zamanda genel kurulu toplamasını, tüzük değişikliğine gidilmesini sekretere mesaj olarak attığında, sabah ezanı okunmaya başlamıştı.
Abdest aldılar, camiye gitmek üzere hep birden kalktılar.
SON