Burhan Karagöz

Hocalar Ve Talebeler

Burhan Karagöz

Merhabalar değerli okurlarımız;
Yazı, aslında şayet korunursa, ilelebet var olan bir araç, bir iletişim aracıdır. Ben şöyle bakıyorum meseleye: Gökyüzünde mayasında çelik olan trilyonlarca kelime vardır. Başı boş seyyareler (gezegenler) gibi dolaşır dururlar.  Bir aklı evvel çıkar, bunları 'İLHAM' mıknatısı dahilinde toplar. Al sana yüzlerce, belki de binlerce kelimelik bir hikaye, deneme, şiir... Belki de on binlerce kelimelik bir roman... İşte benim yazmaktaki meramım, ilham geldiğince, daha doğrusu, Allah (CC) ilham verdiğince bir şeyler yazmak, bu çelik gövdeli başı boş kelimeler arenasına bir 'ilham mıknatısı' tutmak. Esas mesele de SADAKA-İ CARİYE... Yani öyle bir şey yazmalıyım ki, ben ölünce dahi onu okuyanlar, onunla amel edenler kurtuluşa erebilsinler... Yazdıklarımı zevkle okuyacağınıza inanıyorum. Saygı ve sevgilerimi sunarım.

Hocalık ne kadar derin, ne kadar ulvi bir meslek aslında. Tabii ki de layıkıyla yapabilenler için. Zamandan, zeminden, görevden kaçanlar için değil!!! 

Yıllar önce Perran KUTMAN, dizilerinde, her ne kadar “Hoca camide, hoca camide!!!” diye tüm izleyicilerine işlese de, zaman, hocaların, caminin dışına taştığına da şahit tuttu bizi:  Antrenöre hoca derler, üniversitelerde ders verenlere hoca, öğretmene hoca, imama hoca, doktora hoca vs… Aslında anne ve baba çocuklarının, baba da eş ve çocuklarının hocasıdır. İlim öğrendiğimiz herkes hocamızdır bizim. Mekan’dan bir şeyler kaparız, hoca gözüyle bakarız yer’e. Olayların bize bir şeyler öğrettiği çok olmuştur. İlham veren maddi manevi her şey de hocalarımızdır aslına kalırsa. Lanetli kör şeytanın bile meleklerin hocası olduğu, yer yüzünde ibadet yapıyorum diye alnının değmediği bir karış yer dahi kalmadığı kayıtlıdır kitaplarda. Ta ki Allah (CC), Âdem Peygamber’e (AS) secde emrini verinceye, lanetlinin de bu emre itirazına dek!!!

Hocalar neden vardır? Tabii ki de talebeleri, öğrencileri olduğu için!

Daha yeni, şöyle bir şey geçti başımdan. Paylaşmak istedim sizle ve bu metni oluşturdum: 

Mübarek Cuma gecesi. Yatsı Namazımı kılıp uyudum. Gecenin bir yarısı kalktım, baktım ki uykum yok. Abdest alıp Gece Namazı kılayım dedim. Allah (CC) mübarek etsin, kıldım da…

Hatta hızımı alamadım, birkaç vakit kaza namazı da kıldım. Kur’ân-ı Kerim okudum, birkaç sayfa kitap da okudum. Sabah ezanına yarım saat ya var, ya yok. Uyku bastırdı. Dünyanın en kolay işi başkasına öğüt vermek, en zor işi ise insanoğlunun kendisini bilmesiymiş. Dedim ya uyku bastırdı. Sabah’ın Sünnetini evde kılmak da sünnet olduğundan, vakit girince mevcut abdestimle sünneti evde kılıp farza da camiye yetişeyim dedim. Genelde yaptığım işler… 
Az sonra uyku bastırmakla da kalmadı, midemin sanki kıyım kıyım kıyıldığını gördüm. Hem dedim uykum açılır; mutfağın kapısını, yetmedi buz dolabının kapısını açtım. Bir lokma, iki lokma derken, zaten bastıran uyku tamamen ‘Ben buradayım!’ diye haykırmaya başladı.

Dünya sanki at’laştı da  göz kapaklarımda toynak toynak  tepinmeye başladı. “Ne ise, 3-5 dakikadan bir şey olmaz!” dedim, alarmı da kurdum. Salonda biraz curutmuşum.

Alarm, ezandan 10-15 dakika önceydi. Çaldı. Duydum. Kapattım, tekrar yattım. Artık göz kapaklarım üstündeki o trilyonlarca tonluk dört ayaklı dünya (at) tepinmeyi kesmiş, oracıkta horul horul uyumaya başlamıştı bile. Ezan-ı Muhammedi’yi de duydum. Okundu, bitti. Sonunda ezan duasını da yaptım. İliklerime dek yorgunluk çöktü üstüme. Nihayetinde vakit savuştu, namazı, vaktinde kılamadım. 

Demem o ki dostlar; 

Sınıf: Salon. Hoca: Aklım, yani ben. Öğrencilerse şunlar: Uyku tutmaması, gece kalkmak, Teheccüd (Gece) Namazı, kaza namazları, Kur’ân-ı Kerim okumak, mutfak, yemek yemek, uyku, kitapları incelemek, okumak, aklıma-gönlüme düşenleri kayda geçmek vb. 

Detayını da yazsam, öğrenci sayısını belki de kat be kat artırabilir, binlere dayandırabilirim.

Bir soru sordum sadece, hepsi el kaldırdılar: 

Sormaz olaydım. Beni baydı adeta. Ama, benim hatam, ilk etapta çok uslu görünüp aslında en haylaz karakterlisine söz hakkı vermem oldu. Bu tipler öyle bir tiplerdir ki, öyle cevaplar verir, öyle sorular sorar ki, muhabbet de etseniz, cevap da verseniz o vaktinizin mutlaka savuştuğunu, daha gençken saçlarınızı kıl kıl ağarttığını görürsünüz. Daha satranca başlamadan mat eder sizi. Belki de öyle bir yaşam kırıntısı sergiler ki, siz 5-6 hamle sonrasını düşünedurun, mat olmuşsunuzdur da haberiniz yoktur. Alenen haber de vermez ha!!! Benim halim de o mübarek Cuma gecesi böyle oldu işte. Ancak yukarıda saydığım şahsıma has talebeler, aslında şeklen ve karakter olarak hepsi birbirine öyle bir benziyorlardı ki, en azından hepsini o an için SEVİYORDUM. Hepsinin adı farklı da olsa, soyadları ortaktı: TERCİH… Benim tercihlerimdi bunlar. Kimisini ben kaydetmiştim okuluma, kimisi kendisi kaydolmuş, kimi de torpilliydi felekten! Ancak, beni zamansız mat edenin art niyeti, icraatından sonra anlaşıldı. 

Aldanmıştım.

Son aldanışım olması dilek ve temennisiyle uyandım ve şu evrensel gerçekler gönlümden klavyeye, oradan da başta kendim olmak üzere her okuyanın tekrar gönül, beyin ve rehber ajandasına dökülüverdi:

Akıl, hoca; tercihlerse öğrencilerdir. Hoca, dersinin sonunda, özellikle ve özellikle dersinin sonunda, öğrencilerine “Sormak istediğiniz bir şey var mı?” dediğinde, bütün öğrenciler parmak kaldırsa dahi,  hangi öğrenciyi kaldıracağını çok iyi bilmelidir. Öyle hocalar olduğu gibi öyle öğrenciler de vardır ki, söyledikleri, ceviz kabuğunu doldurmaz. Ama senin bir kaç saatlik zamanını alabilir. Düpedüz zaman hırsızı, hırsızlıktan da öte, zaman katilidir bunlar.

Tercihler önemlidir, ama bunları sıraya sokmak, beş seçenekli çoktan seçmeli Yüksek lisans sınavının sözel en doğru seçeneği bulmak, aklın biricik işidir.  Bu tercih, sıraya sokma işi hem bu, hem de öte dünya için böyledir. 

İşte TERCİH ortak soyadlı bu talebelere dikkat etmezsek sana gecenin leyli vaktinde gece namazını kıldırır, ki nafile bir ibadettir; sonra karnını acıktırır,  mutfakta ‘ufak yollu’ bir şeyler atıştırtır, kitap okutur, birkaç cümle/mısra yazdırır, uykunu getirir, alarm kurdurur, seni kısa bir süre uyutur, alarmı kapattırır, ezanı duydurur, ezan duasını da yaptırır, ‘Önemli değil, 10 dakikadan bir şey olmaz. Cami geçti nasıl olsa, evde tek başına kılarsın!’ diye telkin de verdirir; neticede sünneti dahi dünyadaki her şeyden değerli olan Sabah Namazı, senle, vaktinde bir ve beraber olamamıştır!!!

İşte AKIL denen hoca, TERCİH denen talebeleri iyi eğitebilmeli, onları mükemmelce örgütleyebilmelidir vesselam...

 

Yorumlar 3
Süheyla 29 Eylül 2024 19:06

Kalemine yüreğine sağlık hocam????

Zekai MÜŞTEKİ 24 Eylül 2024 11:32

Yunus der ki ey hoca, Gerekse var bin hacca Hepsinden iyice Bir gönle girmektir. Hocam yazınız gönlümde yer buldu kendine

Cemal Ortanca 23 Eylül 2024 16:08

Hocam elinize sağlık, Rabbim "öğrencilerimizin" sayısını arttırsın diyelim

Yazarın Diğer Yazıları