Eser
Burhan Karagöz
Hiçbir fırıncı bile bile küflü ve bayat ekmek çıkarmaz, tüm ekmekler ilk etapta tazedir. Onu bayatlaştıran ya zamanında satamayan fırıncının ta kendisi, ya da satın alan müşterisidir. Sahip çıkılmayan, çürümeye, bozulmaya terkedilen tüm eserler için durum aynıdır. Ürettiğini piyasaya süreceksin, elinde kalana da sahip çıkacak, her an, belki de asırlar sonrası için, elinde sapasağlam tutacaksın.
Gene, hiçbir tekstilci göz göre göre defolu ürün üretmez. Ancak ürün ortaya çıkıp da kontrollerden, piyasaya sürülmeden önce, ince ayarlardan sonra ilmek hatası, sökük, hafif yırtık vs. gibi arızaları olanlar ayıklanır, tekrar üretime verilip düzeltilmekten öte ‘defolu’ olarak ayrılır ve düşük fiyata takdim edilir. İşte gerek fırıncının, gerekse konfeksiyoncunun elindeki bu ‘ayrıcalıklı’ eserlere ‘bayat’ veya ‘defolu’ ürün diyorlar. Onlarca, yüzlerce fırıncının olduğu bir yerleşim yerinde birkaçının önünde kuyruk varsa, bilinmeli ki diğerlerinden farklı bir esere, ekmeğe imza atıyordur. Müşteri, ona ekstradan yoğunlaşmıştır. Adıyla eserini çakıştırmış, başarıya imza atmıştır.
İşte dostlar; ekmeğin, elbisenin olduğu gibi insanın da ta ilk baştan, bile bile, üretim hatalısı, defolusu, bayatı olmuyor, olamaz da. Sonradan bozuluyor âdemoğlu. Aile ortamından tutun da yakın, uzak tüm çevresi bozuyor onu zamanla. Ancak aklını kullanan, asla bozulmuyor. Baktı ki iş karakterini değiştirmeye doğru gidiyor, bayatlaşacak, deforme olacağa ramak kalacak; ani bir frenle yavaşlıyor, ani bir manevra ile belki de yüz seksen derece çark ediyor. Tabii ki aklı, şehvetinin ve nefsinin esiri olmamışsa… Ancak yoldan çıkmışların aklını kullanmasında, eser sahiplerinin de katkıları çok çok fazladır. Rehberlik yapabilen herkes, eser sahibidir bu arada.
Kayseri’de görev yaparken bir branştaşım, “Hocam bizim buralarda biz söz vardır. Derler ki: ‘Merkezi bir okuldaki öğretmenin başarısı, yüzlerce kilometre ötedeki ücra bir köyde, saç başında, serme ekmeği yapmakta olan bir kadının dilinde dolaşıyorsa, o öğretmen ölmez!” derler. İşte fırıncısından öğretmenine, konfeksiyoncusundan mühendisine, yazarına herkes ürettiği eserine tüm benliğini vermeli, ona ruhundan ruh, canından can katmalı ki her daim başarılı olsun, eserleri marka olsun…
Şeyh Edebali Hazretleri’nin çok güzel bir sözü var. Der ki: “Hayvan ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.” Aynı sözün Ziya Paşa’ya ait versiyonu da “Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri.” şeklindedir. Ancak bu eser, ilimle, ilmi yaşamakla ortaya çıkar.
Peygamber Efendimiz (SAV); “İnsan ölünce şu üçü dışında amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye (faydası devam eden hayır), faydalanılan ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” Demekle de Şey Edebali, Ziya Paşa ve tüm insanlığa kıyamete dek ilham kaynağı olmuyor mu???
Neden?
Çünkü İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ‘ilim’ kelimesi yüz beş defa zikrederek okumaya ve bilgiye büyük önem vermiştir. Onun içindir ki; Hz. Peygamberimize (sallallahu aleyhi vesellem) inen ilk vahiyde okumaktan, kalemden, eğitim ve öğretimden bahsedilir:
“Her şeyi yaratan Rabb’inin adıyla başlayıp Kur’an’ı oku! O Allah Teâlâ insanı alaktan yarattı. Ey resûlüm! Kur’an’ı oku! Senin Rabb’in sonsuz kerem sahibidir, bütün cömertlerin en cömerdidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediği şeyleri bildirendir." (Alak Suresi 96/1-5)
Gene Mücadele 11’de: “Özellikle kendilerine ilim verilen ve bu ilimle amel edenlerin derecelerini, diğerlerinin derecelerinden daha da yükseğe çıkartır. Allah Teâlâ yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Buyurmuş, ilmi ve ilmiyle amel edenleri el üstünde tutarak bireyselden topluma tüm insanlık âleminin yarınlarını aydınlatmış, bayat, küflü ve defolu yaşamaya zaman ve zemin hazırlamayarak okumanın ve okunacak şeylerin bir sonu olmadığı için, Rasûlüne (SAV), ayrıca: “Rabbim ilmimi artır!” diye dua etmesini emretmiştir.
İşte dostlar; insanoğlu ilmi sayesinde taze kalır, bayat ve defolu duruma düşmez, hatta yevm-i kıyamete dek de amel defterini kapatmaz…
Ne mutlu okuyanlara, okuduğunu paylaşan, paylaştıran, niyetini ilmin sonsuzluğuna adamış eğitim öğretim erbabına…
Ne mutlu gerek Fatiha’ların ancak ‘…veleddallin’ine, gerekse Kur’ân-ı Kerim’li merasimlerin ‘Sadakallahül azim’ine anca yetişebilen zihniyetten ziyade ilgili meclisin başından sonuna her yerinde olanlara…