Burhan Karagöz

Büyük Maç-1

Burhan Karagöz

Büyük Maç mı desek başlığa, Büyük Savaş mı, Büyük Mücadele mi, Büyük Karşılaşma mı; bilip anlayamasam da, haydi dostlarım; Büyük Maç da karar kılalım. 

Herkes yaşadığı sürece; aklı, fikri, vicdanı, gönlü, nefsi, sırrı, ruhu elverdiği oranda maçtadır aslında. Bu maçın niteliği ve niceliği sahasına, ringine, arenasına göre anlam kazanır. 

Boksörsen, tam kazanmak üzereyken, hatta nakavt edecekken, bir bakmışsın ki sayıyla yenilmişsin. Futbol oynuyorsan en bariz bir kural ihlali görmezden gelinmiş, şike karıştığı aşikar, kaybedersin. Güreşçisindir, tuşla alaşağı etmişsindir rakibini de, kahpe bir tuzak olsa gerek, hakem kararıyla mağlup olmuşsundur. Her üçünde de hakemin satılmışlığı, rakip takımla veya gizli güçlerle gizli perdeler ardında anlaşması, ön plandadır. Senin çok iyi oyuncu olman, yetmez… 

Bir arkadaşım anlattı:

Satranç mükemmel bir zaman ve beyin jimnastiğidir. Kendimi bildim bileli bu strateji oyununu oynarım. Bu bireysel ve toplumsal meşguliyet, yaşantımın bir parçası haline gelen, bütünü kayıp bin parçalık yap-boz gerçeğinden geçmiş olmalı bana. Sanal alemde, evde, okulda, ilçe, il turnuvalarında hep olmuşumdur. Kimi ben, sadece ‘ben’imdir, karşımdaki gene ben gibi bir insan; kimi ben bir ‘devlet’imdir, karşımdaki de diğer bir devlet... Oyun aynı, kurallar aynı da; yenme-yenilme nasıl olacak? Hızlı düşünme, anlık hamle. Yani kendin oyunun kurallarını zaten bileceksin de, neredeyse kendinden çok karşı tarafın hamle ihtimallerine göre hareket edeceksin. Bu sahaya çıktıysan savaşı sevmesen de bir numaralı savaşçı olup kazanma güç ve niyetin, cebinde hazır bulunacak. Yani köpekleri öldürme niyetin olmasın, amma sürülerinden sapasağlam geçebilmek için, her an, kendinde niyet, cesaret ve güç hazır bulunmalı. 

Bir organizasyonda, en zirveye çıkmama ramak kaldı. Herkes parmağıyla beni gösteriyor. ‘Şampiyon bu!’ diyorlar bana. Ama, esas şampiyonluğuma tek maç var. Taa fakir bir aile ocağından zirveye dek tırmanmam, bayağı bir dikkat çekti. 

Babam; ‘Oğlum, dedi; istersen son stratejileri kavraman adına, seni bir ustanın yanına göndereyim, satranç ustasının. Ne olur ne olmaz, akıl akıldan üstündür. Onun bildiğini sen bilmezsin mesela. Adama ‘Büyük Usta’ diyorlar hep. 

“Olur baba!” dedim. 

Anlaştık. 

Ustam, sıfırdan başlayacak. Ama, sadece kuru kuru anlatmayacak, kendi strateji ve hızıyla yoracak ve yoğuracak beni. “İyi ki de sizle tanışmışım be usta!” dedim iltifat olsun diye. Daha kurs başlamadan sevdim kendisini. 

Nihayet eğitim başladı:

“Takdir edersiniz ki altı tür satranç taşı vardır evlat. Her iki taraf da oyuna 16'şar taşla başlar: sekiz piyon, iki fil, iki at, iki kale, bir vezir ve şah ile. Haydi onlarla tanışalım!”

“Sen öyle san!!!”

“Anlamadım hocam?”

“Neyi anlamadın evlat?”

“Sen öyle san!” dediniz ya hocam, onu anlamadım. Bu da mı bir strateji?”

“Evlat, çok şakacısın. Dalga mı geçiyorsun benimle? Ben öyle bir şey demedim.”

“???... Pardon hocam… Özür dilerim.”

“Neyse, konumuza dönelim. Piyon en değersiz taş olup bir puan değerinde kabul edilir. Eğer piyon ilk defa oynuyorsa, bir veya iki kare ileri oynayabilir. Eğer piyon zaten önceden oynatılmışsa, tek hamlede ancak bir kare ileri oynanabilir. Sağ ve sol çaprazındaki karelerde bulunan taşları alabilir.”

Dünya finalisti adayı tam bir şey soracaktı ki, hocasının dudakları kıpırdamadan:

“Hadi hadi; işine bak işine!!!” cümlesiyle irkildi. 

“Hocam, ‘Sağ ve sol çaprazındaki karelerde bulunan taşları alabilir.” Cümlesinden sonra ne söylediniz?”

“Evlat, iyi misin sen? Allah Allah!!! Hedefinde dünya şampiyonluğu olan bir kursiyer beni nelerle uğraştırıyor?”

Çocuk da bu büyük ustasının kendisini anlamadığının farkındaydı ve onu fazla yormak istemedi. Anladığı kadarıyla hocasının dudakları kıpırdamadan kendisinden veya o civardan duyduğu garip ifadelere takmayacak, fakat gene de dikkat edecekti. 

“Hayırdır inşallah, dedi; sonumuz hayrola!!!”

Diğer derslerde hocası piyondan sonra; fil, at, kale, vezir ve şah taşlarının hareketlerini kendine has teknikle, oyun içinde oyunlarla anlattı, talebesini ‘BÜYÜK MAÇ’ için bayağı bir hazırladı. Talebesi de bayağı bir memnun ayrıldı aylar süren bu kurs sürecinden. Ancak hem kendi motivasyonunun düşmemesi, hem de ‘büyük usta’sının kafasında arı kovanı gibi soru işaretlerinin olmaması adına, kim bilir iç sesinin türettiği, ama karşı tarafından geldiğine inandığı olağan üstü, gerçek ötesi sözlerden bahsetmedi. Bu istem dışı söz sahibinin lakırdıları, sadece kendisinde sır olarak kalmıştı. 

Nihayet büyük maç başladı. İlk başta her şey çok yolundaydı. Yeniyordu genç. Dünya şampiyonu olacaktı heyhat!!! 

Bir şeyler oldu kendisine, hareket edemedi. Tüm taşlar dile gelmiş, kendisine isyan ediyordu. ‘ŞAH’ ve ‘VEZİR’ anlaşmış, aklının strateji üretme iradesini ‘KALE’ye hapsetmişti. Bu durumu fırsat bilen ‘AT’ çenesine tekme atmış, canını yakmış, ‘FİL’ de tüm ağırlığıyla rakibinin gözleri önünde kendisini hâk ile yeksan etmişti. ‘PİYON’lar mı??? En değersiz taş olduklarından piyonluklarına devam etmiş, kendisini hareket ettiren elin sahibin bu olağan ve akıl dışı ezilişine seyirci kalmışlardı. 

Maalesef maçı kaybetti… 

Anlam veremediler tabii ki de. Her şeyi ustasına anlattı. 

Günler sonra gene ustasıyla bir durum değerlendirmesi yaparken postacı bir zarf bıraktı kendilerine. Beraber açtılar:

“Ne kadar hazırlanırsan hazırlan; ancak biz müsaade edersek kazanırsın. Kendine fazla güvenme.”

İmza:

1) Sınırları Cetvelle Çizilen Devlet Haritalarının Cetvel İmalatçısı. 

2) Gizli Rakip Görülenleri Saf Dışı Bırakanlar Derneği Başkanı. 08.12.2024

DEVAM EDECEK


 

Yazarın Diğer Yazıları