Akıllılık Ölçütü
Burhan Karagöz
Saygıdeğer okurlarımız; bu yazım, biraz beynimizin dinlenmesi amaçlı bir yazıdır bence. Çünkü ima yollu (sembolik) anlatım, verilen mesaj yoktur. Peki ne vardır? Suya sabuna dokunmadan okuyucuyla buluşma anlayışı vardır. Tıpkı yıllar önceki bir reklamda Vanlı bir çocuğun ifadesi gibi ‘dümdük’ (dümdüz, sade) bir anlatımla oluşturulmuştur.
Yazı, geçen hafta rahmetli olan babamın sağlığında kaleme alınmış, bu gün de güncellenmiştir. Saygılar sunarım.
Aklı olan neler yapar Allah (CC) aşkına? Veya akıllı olmanın makul bir ölçütü nedir?
Neler yapmaz ki!!! Sağ işaret parmağımızı şakağımıza dayayıp şöyle bir tefekküre daldığımızda veya net’in arama motorlarında şöyle bir dolandığımızda bizi belki de on binlerce madde karşılar: Aklı olan okur, sever, kaçar, yazar, analiz yapar vb.
Talebim üzerine eve gelen Evde Sağlık Hizmetleri ekibinden bir hemşire, babamın genel kontrollerini yaptı, kan ve idrar tahliline gerek görüldü. Kanı kendisi halletti ve diğerinin sorumluluğunu da bana yükledi. “Amenna, başım gözüm üstüne!” Dedim.
Bir tahlil bardağı tutuşturdu elime; “İdrarını bu bardağa yaptır, yaptıktan sonra yarım saat içinde bizim laboratuvara ulaştır, oldu mu abi? Diye tembihleyip gitti, üstelik teslim edince bizi de haberdar et.”
Anca saatler sonra dediklerine başlayabildim.
Bindim arabama, ver elini İnebolu Devlet Hastanesi. Sürenin dolmasına 6-7 dakikam kaldı.
Acele ediyorum.
Hastane otoparkındayım, arabamı park ettim. Yalnız, aceleyle öyle bir park ettim ki öndeki araba, ben çıkmayınca çıkamaz. Çünkü o an için en kolayda burası vardı. Güvenlik’ten merhabalığımız olan bir arkadaş, Acil girişin sağ üst çaprazından eliyle müsait bir köşeyi göstererek seslendi: “Hocam, istersen buraya gir.” Benim, aracı tekrar çalıştırıp, girdiğim yerden çıkıp, dediği yere konmam, al sana üç-dört dakika! Bu analizi birkaç saniyede yapıp:
“Eyvallah abi, dedim; zaten sadece laboratuvara bir tahlil teslim edeceğim. Beş dakika içinde dönerim.” Dedim. “Sen bilirsin hocam.” Diye bitirdi arkadaş. Sağ olsun. En azından teklif etti.
Gittim, bardağı koydum, zile bastım, gelen görevliye numunenin Evde Sağlık hastası olan babama ait olduğunu söyledim, babamın TC’sini sisteme girdi, baktı, barkot çıkardı, yapıştırdı ve “Tamam beyefendi!” diye gönderdi beni.
Gene hızlıca aracımın yanına dönmek üzere basamakları ikişer üçer atlayarak merdivenleri koşar adım çıktım.
Ancak, hastane giriş kapısından aracıma doğru baktım ki belki de altmış beşin üzerinde sakallı bir pîr-i fani bey efendi ve gene aynı yaş civarı teyze, biri kendi araçlarının yanında, diğeri benim araca yaslanmış beklemekte, yüzleri, hastaneye dönük. Durum anlaşıldı.
Selam verdim gülerek.
“Ben, dedi amca, ben aslında 06 plakaları hep akıllı bilirdim.”
Haydaaaa! Buyrun burdan yakın!
Bir şey söylememi, kendimce, kendimi bile savunmamı beklemeden devam etti:
“Bari telefon numaranı bıraksaydın!”
“Var abi!” dedim.
Yanıma daha da yaklaştı, “Hadi göster bakalım, nerde telefonun?”
Oğlumun ön camın sol altına yerleştirdiği bir kapaklı aparatta vardı. İşkillendim, “Sanırım dedim, sanırım plastik aparatın kapağı düşüp de numarayı kapatmış olmalı!” Çünkü arada bazı kapak istem dışı olarak, titreşimden, engebeli yollardan olsa gerek, numarayı kapatabiliyordu.
Baktım, kapak kalkık ve numara da orada. Derin bir oh çektim, fakat gizlice.
“Buyur amca, bakın, numaram burada.”
Baktı ve hiç de bozuntuya vermeden:
“Evladım dedi, numara dediğin ön camın ortasında durmalı, onlarca metre uzaktan okunabilir olmalı. Her bir harfi parmak iriliğinde olmalı. Ben ne bileyim burada numara olduğunu! Allame-i cihan mıyım?”
Tebessüm ettim, 3-4 dakika da olsa beklettiğim için her ikisinden de helallik aldım, üstelik özür diledim. Seslerini çıkarmadılar. Ne baştaki selamımı aldılar, ne de helalliğime cevap verdiler.
Gırtlağıma kadar gelse de; gerek “16 plakanın yaşlı şoförlerine, akıl ve tecrübe hususunda diyecek bir şey bulamam amca!” sözünü gerekse bu sözün imasını, sırf aldığım kalbî eğitimden olsa gerek, gırtlağımdan daha yukarı çıkartamadım.