PROF. DR. MAHMUT BİLGEHAN 'Kastamonu'nun yüzde 50'si deprem bölgesinde'
Kastamonu Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Yapı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Bilgehan, Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremlerle ilgili ve ilimizin deprem riski hakkında açıklamalarda bulundu. Deprem felaketlerinde hayatlarını kaybedenlere başsağlığı dileyerek sözlerine başlayan Mahmut Bilgehan 'Kahramanmaraş merkezli bu deprem hakkında konuşmak için Doğu Anadolu Fay Hattı'nı bilmek, tanımak lazım. Doğu...
Kastamonu Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Yapı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Bilgehan, Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerle ilgili ve ilimizin deprem riski hakkında açıklamalarda bulundu. Deprem felaketlerinde hayatlarını kaybedenlere başsağlığı dileyerek sözlerine başlayan Mahmut Bilgehan; “Kahramanmaraş merkezli bu deprem hakkında konuşmak için Doğu Anadolu Fay Hattı’nı bilmek, tanımak lazım. Doğu Anadolu Fay Hattı; Anadolu Levhası ve Arap Levhası arasındaki sınır boyunca uzanan bir fay hattımız. Bu fay hattı Hatay, Gaziantep, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Elazığ, Bingöl ve Muş’a kadar devam ediyor. Böyle bir fay zonunda meydana gelen bir depremden bahsediyoruz. Şu an yaşanan deprem bu fay hattında meydana gelmiştir. Kahramanmaraş Pazarcık bölgesinde yaklaşık 1500 yıllarında yani 500 yıl önce çok büyük bir deprem olmuştu. O zamanki insanlar bu büyük depremi ‘Kozmik Afet’ olarak isimlendirmişlerdir. Gerçekten şu an meydana gelen deprem de aynı şekilde kozmik afet diyebileceğimiz bir afet. O zaman insanlar seyrek olduğu halde çok ölümler yaşandı. Şimdi de maalesef çok can kaybımız var” dedi. “BU KADAR YIKICI BİR DEPREM BEKLEDİĞİMİZİ SÖYLEYEMEYİZ” Bölgede bilimsel olarak depremin beklendiğini söyleyen Bilgehan; “Bu fay bölgesinde 500 yıldır biriken stres fay parçalarını kırdı. Bu bölgede bilimsel olarak büyük bir deprem zaten bekliyorduk. Bununla birlikte bu kadar büyük ve bu kadar yıkıcı bir deprem beklediğimizi söyleyemeyiz. Bu yıkıcılığın kaynaklarından birisi sığ bir deprem olması ve büyüklüğünün çok yüksek olması. Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanın, yeryüzünden en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak isimlendirilir. Depremler odak derinliklerine göre sınıflandırılabilir. Yerin 0-60 kilometre arasında olan depremlere sığ depremler, 70-300 kilometre derinlikte olan depremlere biz orta derinlikteki depremler, 300 kilometreden daha derinde olan depremlere de biz derin depremler diyoruz. Derin depremlerin etkisi daha geniş alanda hissedilir fakat az yıkıcıdır. Sığ depremler ise etki alanı daha dar olmakla birlikte daha yıkıcı depremlerdir. Biz 0-60 kilometrede oluşan depremleri sığ depremler olarak isimlendirdik, düşünün Kahramanmaraş’ta meydana gelen deprem 7 kilometre derinlikte yani oldukça sığ bir depremden bahsediyoruz. Bu deprem sığ olmakla birlikte çok geniş alanda da hissedildi. Bu anlamda maalesef çok yıkıcı bir deprem oldu” şeklinde konuştu. “TOPLAM 10 ŞEHİRDE BÜYÜK YIKIMA YOL AÇTI” Depremden hemen sonra AFAD’ın bölgeye intikal ettiğini söyleyen Bilgehan; “Arama kurtarma ekiplerinin çalışmalara başladığını gördük. Deprem; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay olmak üzere toplam 10 şehirde büyük yıkıma yol açtı. Deprem o kadar geniş bir alanı vurdu ki; 10 ilimizde yıkıcı etki gösterdi. Farklı şehirlerde ve ülkelerde hissedilmekle birlikte yıkıcı etkisini daha çok bu saydığım illerde ve Suriye’nin kuzeyinde gösterdi. Bu kadar geniş bölgeyi kapsayan ve yaklaşık 6 bin 500 binanın yıkıldığı bir afette her binaya kurtarma ekibi yerleştirmek maalesef imkansızdır ve hiçbir devlette böyle bir imkân olduğunu zannetmiyorum. Bu nedenle yurtdışı kurtarma ekiplerinin yardım teklifleri kabul edilmiştir. AFAD’ın kurtarma ekipleri gitti fakat bu bahsettiğim 6 bin 500 binanın her birine maalesef kurtarma ekibi yerleştirmek hemen hemen imkansızdı. Böyle bir afet sonrasına hazırlıklı olmak mümkün değil. Böyle bir afet bekliyorduk ama bu kadar büyüğünü beklemiyorduk. Bu kadar olumsuzlukların bir araya geldiği bir deprem, maalesef son yüzyılın en büyük felaketini oluşturdu. 6 buçuk civarı bir deprem belki bekliyorduk, ancak hem çok büyük hem de iki farklı depremin birbirini tetikleyip 9 saat arayla meydana gelmesi yıkıcılığı olağanüstü bir şekilde arttırmıştır. Birinci depremin yıktığı binaların yanında, birinci depremin yıkamayıp yorduğu binaların ikinci deprem tarafından yıkıldığı görülmüştür” ifadelerini kullandı. “YIKILAN BİNALARLA İLGİLİ GEREKLİ ÇALIŞMALAR YAPILACAKTIR” Yıkılan binalarla ilgili de konuşan Bilgehan; “Yıkılan binalarla ilgili gerekli çalışmalar yapılacaktır. Bir önbilgi olarak baktığımızda yıkılan binaların çoğunun 1998 öncesi binalar olduğunu söyleyebiliriz. 1998 yılında yeni bir deprem yönetmeliği yapıldı ve yürürlüğe girdi. 1999 yılında Marmara depremini yaşadık. 1998 yılında yapılan yönetmelik revize edilerek kullanılmaya başlandı. Bu yönetmelikle birlikte inşaatların denetlenmesi şartı getirildi. Bu açıdan inşaat sektörü açısından bir milattır. 2000 yılı diyelim… 2000’den önceki binalar maalesef denetimsiz bir şekilde yapılan binalardı. Bununla birlikte bu son depremin maalesef yeni yapıları da yıktığını gördük. Malatya ve Hatay gibi kentlerde rezidans tipi binaların da yıkıldığı görüldü Depremin olağanüstü şiddetli olduğunu kabul etmekle birlikte; özellikle 2000 sonrası yapılan binaların toptan göçmesini kabul edemem. Böyle şiddetli bir depremde ağır hasar görmesini kabul edebilirim. Yani gözleme tipi toptan göçme yerine sadece ağır hasar görmeliydi. İnsanların kurtulabileceği şekilde yıkılması gerekirdi. Binalar çok uzun yıllar dayansın diye inşa edilmez. 50 ila 100 yıl arasında bir ekonomik ömürleri vardır. Deprem yönetmeliğinin felsefesi şudur: ‘Binalar, çok şiddetli depremlerde ağır hasar görse de bu hasar toptan göçme şeklinde olmamalıdır. İnsanlar kurtulabilmelidir. Kurtulabilecek şekilde hasar almalıdır.’ Bu depremde toz yığını haline gelen binaları gördük. Bu şekilde göçen binadan insanların kurtulması mümkün değildir. Bina katlarının gofret ya da tost gibi üst üste gelip yıkılması kabul edilebilir bir şey değildir. Hangi yılda yapılırsa yapılsın, bu durum deprem yönetmeliğinin kabul edeceği hasar şekli değildir. İnsanlar, bina hasar gördükten sonra kurtulabilmelidir. Genel felsefe her zaman budur. Özellikle 2000 sonrası yapılan binalarda eğer toptan göçme oluyorsa, bu binaların tam olarak standartlara uygun şekilde yapılmadığı anlamına gelir. Projeler belki çok iyi yapılmış olabilir ama binalar projelendirildiği gibi davranmaz. Binalar, inşa edildiği gibi davranır. Nasıl inşa ederseniz öyle davranır. Bu anlamda demek ki inşaat aşamasında büyük kusurlar yapılmıştır ki o binalar yıkılıyor. Biz de binaları tasarlarken güvenli tarafta kalarak hesaplarız. Tüm bunlara rağmen bir bina yıkılıyorsa o binada çok büyük hatalar yapılmış demektir. Denetim mekanizmasını çok iyi çalıştırmamız lazım. İnşa edilirken projeye ne kadar uygun yapıldığı, malzemeler doğru alındı mı, beton dayanımı doğru mu, çelik dayanımı doğru mu, doğru çelik kullanıldı mı, donatı detayları doğru bir şekilde yapıldı mı; bunların hepsinin kontrol edilmesi gerekirdi. Bunlar doğru yapılsaydı, bu kadar yüksek şiddetli bir depremde hasar görmüş olsa bile toptan geçme olmaz ve insanlar bu şekilde altta kalmaz, kurtulurdu” dedi. “DEPREME HAZIRLIKLI OLMAKTA FAYDA VARDIR” İlimizin deprem riskine de değinen Bilgehan; “Kastamonu, Kuzey Anadolu Fay Hattı’na yakın bölgede konumlanmış bir kentimiz. Kastamonu il sınırlarının yaklaşık yüzde 50’si aslında birinci derece deprem bölgesinde yer alan bir ilimiz. Dünyanın ve Türkiye’nin en aktif faylarından biri olan Kuzey Anadolu Fay zonu şehir merkezinin 35 km güneyinden Tosya’dan geçmekte ve Kastamonu için önemli bir tehdit kaynağı oluşturmaktadır. Kuzey Anadolu Fayı, Amerika’daki California’da bulunan San Andreas fayına karakteristik olarak çok benzer özellikleri olan bir fayımızdır. Şu an depremin olduğu Doğu Anadolu Fay Hattı’na göre, Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda 7 üzeri depremlerin oluşma periyodunu daha sık bekleriz. Geçmişte bu fay üzerinde Kastamonu’da meydana gelen 7.2 büyüklüğünde bir depremden bahsedebiliriz (26 Kasım 1943 Tosya-Ladik Depremi). Kastamonu bu depremden önemli ölçüde etkilenmiştir. Kastamonu’nun bir kısmı sağlam zemine oturmakla birlikte önemli bir kısmı da sağlam olmayan zeminler üzerinde konutlandırılmış. Kastamonu Merkez ilçenin güneyi ve Kuzey Anadolu Fayı’na yakın bir uzaklıkta bulunan Tosya, İhsangazi, Araç ilçeleri meydana gelebilecek bir depremde en çok etkilenebilecek ilçelerimizdir. Bu anlamda depreme hazırlıklı olmakta fayda vardır. Türkiye’de artık şu bölgenin depremselliği az ya da fazla demek aslında son depremlerden sonra anlamlı değil. Türkiye’nin tamamı deprem bölgesi, buna göre hazırlıklarımızı yapmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı. “DEPREM ÖNCESİ PLANLAMALAR YAPILARAK HAZIRLANMALI” İlimizde depreme karşı yapılan çalışmalara da değinen Bilgehan; “Kastamonu’da son yıllarda depreme hazırlıkla ilgili bazı çalışmalar yapılıyor. Kastamonu AFAD’ın yaptığı bir çalışma var: İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP). Hatta 2021 yılında bir İRAP çalışması yapıldı. Bu çalışmalarda ben de görev alıp deprem oturumlarında başkanlık yapmıştım. Bu çalışmalar takdire şayan olmakla birlikte sürekli yapılmalı ve güncellenmeli. Depreme bu şekilde hazırlık yapılabilir. Deprem öncesi planlamalar yapılarak hazırlanmalı. Bu konudaki çalışmalar yeterli mi derseniz, deprem için yapılacak hiçbir çalışma tam olarak yeterli olmayacaktır. Depreme hazırlık anlamında yetkili kurumların hazırlık yapması gerekiyor. Bu planlamaların yapılmasıyla birlikte halkın da bilinçlendirilmesi gerekiyor. Yapılan planlarla ilgili halk bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmeli. Deprem öncesinde, deprem sırasında, deprem sonrasında halkın yapabileceği, üzerine düşen görevler vardır. Bunların önceden planlanması mutlaka gerekiyor. Planlamaların sadece yetkililer tarafından bilinmesi yetmiyor, halka da anlatılmalıdır. Vatandaşlarımız e-devlet üzerinden AFAD aramasıyla kendi semtlerindeki toplanma alanlarını görebilirler. Deprem öncesi bunu bilmekte fayda vardır. Bazı bilgiler deprem sonrası büyük bir karmaşa oluşmasını engelleyebilir” diye konuştu. “ŞU ANDA BUNU TAHMİN ETMEK MÜMKÜN DEĞİL” Açıklamalarına devam eden Bilgehan; “Afetler meydana geldikten sonra ‘yaraları sarmak’ diye bir ifade var. Bu ifade doğu olmakla birlikte, aslında yaraları artık afet sonrası sarmaktan ziyade, bizim o afeti proaktif (riski önceden öngörerek harekete geçen) yaklaşım ile bir şekilde, doğru bir risk yönetimiyle, önceden öngörerek, bu planlamalara dahilinde yaraların sayısını ve derinliğini azaltmak gerekiyor. Konuşmanın başında büyük bir afet geldiğini, bu kadar yaygın bir alana erişmenin mümkün olmadığını söylemiştik fakat binalar düzgün yapılsaydı… Yani proaktif yaklaşım dediğim bu. Afetten önce, afetin etkilerini azaltmaya yönelik planlamalar yapmalıyız. Binalar doğru-düzgün yapılsaydı bu kadar toptan göçme olmayacaktı. Proaktif yaklaşım lazım. Artık afet sonrası yerine afet öncesi bu yaraları azaltmak gerekiyor. Mutlaka deprem olacaktır ama proaktif yaklaşımla belki bu kadar insan ölmeyecekti, çünkü kaynaklarımız bu afete yeterli gelecekti. Keşke doğru bir şekilde deprem tahmini yapabilseydik, ancak şu anki modern bilim ve teknolojiyle depremlerin önceden tahmin edilebilmesi maalesef mümkün gözükmüyor. Deprem tahmini yaptığını iddia eden kişi ve kurumlar tamamen bazı istatistiki yalan yanlış bilgilere dayanarak tahmin yapıyor. Bunda da tam olarak isabet yok. Fakat her zaman bu şekilde insanlar ortaya çıkacaktır. Bunlar kesinlikle bilimsel değildir. Bir deprem tahmininin gerçek ve doğru bir tahmin olarak değerlendirilebilmesi için şu üç hususun doğru bir şekilde verilebilmesi lazım: Depremin tarihi ve saati, depremin tam olarak yeri ve son olarak depremin büyüklüğü. Bunlar doğru olarak söylenebiliyorsa, depremi doğru bir şekilde tahmin etmişsiniz demektir. Bunu hiç kimse maalesef tam olarak söyleyemiyor. Tarihsel olarak bakıldığında böyle bir tahmin Çin’de bir kere işe yaramış gibi gözüküyor ama ondan sonra gelen depremi tahmin edememişler, birçok insan yine ölmüş. İlerde ne olur bilmiyorum ama şu anda bunu tahmin etmek mümkün değil. Tahmin ettiğini söyleyen insanlar da yalan söylüyor demektir, itibar etmemek gerekiyor” dedi. “DEPREMLERDEN ALDIĞIMIZ DERSLE BENİM ÜÇ ÖNERİM OLACAK” Prof. Dr. Bilgehan, depremle ilgili önerilerde bulunarak; “Son olarak bu son depremlerden aldığımız dersle benim üç önerim olacak. Bunlardan ilki, bilindiği gibi TBDY-2018 yönetmeliği kapsamında yapılacak tüm betonarme binalarda C25’ten daha düşük dayanımlı beton kullanılamamaktadır. Bu minimum beton dayanımın mutlaka en az C30 beton sınıfına yükseltilmesi gerektiğini düşünmekteyim. İkinci olarak; depremselliğin yüksek olduğu bölgelerde en fazla 3-4 katlı binaların yapılması gerektiği kanaatindeyim. Son olarak, depremselliğin yüksek olduğu bölgelerde 4 kattan daha yüksek yapılacak yapılar için mutlaka temelde deprem izolatörü yapmanın zorunlu hale getirilmesinin hayati önemde olduğu düşüncesindeyim” ifadelerini kullandı. F.K.