Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu: 'Bakırcılar Çarşısı'na Can Verilmelidir'
Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu, Kastamonu Bakırcılar Çarşısı'nın tarihi gelişimine kadar kapsamlı bilgiler verdi.
Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu, Kastamonu'da bakırcılık geleneğinin kökenlerinden, Küre bakır madeninin önemine ve Kastamonu Bakırcılar Çarşısı'nın tarihi gelişimine kadar kapsamlı bilgiler verdi.
Yakupoğlu, bakırcılık sanatının Bizans'tan Selçuklu'ya ve Osmanlı'ya kadar uzanan bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu belirterek, Kastamonu'nun bu zanaattaki merkezi konumunu vurguladı. Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu, günümüzde bakırcılığın yeniden canlandırılması gerektiğine dikkat çekerek, gençlerin bu alanda eğitilmesi ve çarşıların turistik değerlerle birleştirilmesinin önemine işaret etti.
Candaroğulları Hazinesinin Vaz Geçilmezi: Küre Bakırları
Bakırcılar Çarşısı hakkında konuşan İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Kastamonu’da bakır ürünleri Küre bakır madeni ocağından sağlanıyordu. Küre ilçe merkezinin hemen yakınında tepeler üzerinde bulunan bu ocak, Bizans devlet idaresi zamanlarında işletilmekle birlikte daha çok Selçuklulara bağlı Çobanoğulları ve devamındaki Candaroğulları Beyliği dönemlerinde profesyonel olarak çalıştırılmaya başlanmıştır. Kastamonu’da Bakırcılar Çarşısı’nın temelleri 800 yıl kadar önce Çobanoğulları zamanında atılmıştır. Küre bakır cevheri, Candaroğulları’nın en önemli ihraç ürünüydü. Ülke dışına satılan bu bakırlar, beylik hazinesine yüklü miktarda gelir getiriyordu. Çünkü o tarihlerde Anadolu’da en büyük ve en verimli bakır ocağı Küre’de bulunuyordu. Hatta Avrupa bakırcılığı da henüz gelişmiş değildi. Venedik senatosunun 1394 tarihli bir kararında en iyi kalitedeki bakırın Kastamonu’da olduğundan bahsedilmişti. Candaroğulları zamanında Karadeniz’e gönderilen İtalyan ticaret gemilerine yüklenecek Kastamonu bakırının navlun ücretinin tespiti yapılıyor ve bu bakırların ne kadar önemli olduğunun altı çiziliyordu. Beyliğin iç piyasasında bakır, hemen hemen her sektörde mamul olarak kullanılmakta idi. Bakırcılar Çarşısı’nda işlenen bakır dışında Candaroğlu hükümdarları kendi adlarına bastırmış oldukları paralardan bir kısmını bakırdan darp ettirmişlerdir. Buna bakılırsa Küre bakırları beyliğin darphanesinde de işlem görmüştür” dedi.
Küre Bakırlarının Zaman İçinde Yaşadığı Değişim
Küre bakırlarının zaman içinde Osmanlı Devletinin eline geçmesiyle yaşadığı değişime değinen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Hükümdarı Çelebi Mehmed, 1416 yılında Kastamonu’yu ele geçirip İsfendiyar Bey’i Sinop’a kaçmaya mecbur ettiğinde iki taraf arasında barış görüşmeleri başlamıştı. Osmanlı Sultanı Candaroğlu beyinden Kastamonu ve Küre’yi istemişti. Bunun üzerine İsfendiyar Bey, sultana gönderdiği mektupta ‘Benim geçim kaynağım Kastamonu ile Bakır Küresi’dir. Bu illerin geliri öteki toprakların mahsulünün özüdür’ şeklinde savunma yaparak, Osmanlı hükümdarından Küre bakır madeni ocağının kendi elinde kalmasını istemişti. Buna rağmen İsfendiyar Bey, 1423 yılında Sultan II. Murad’a karşı da bir yenilgi almış ve barış yapmak zorunda kalmıştı. II. Murad, barış antlaşmasının ilk şartı olarak Küre bakır madeni gelirlerinden bir kısmının her yıl vergi karşılığı Osmanlı başkentine gönderilmesi maddesini koymuştu. İsfendiyar Bey de bunu mecburen kabul etmişti. O yüzden Küre bakır cevherlerinden bir kısmı, her sene düzenli olarak Osmanlı başkenti Edirne’ye gönderilmiştir. İstanbul Surlarını Döven Dev Topların Bakır Cevherleri Kastamonu’dan gitmişti. Küre bakırından oluşan Candaroğulları vergileri, İsmail Bey zamanında da düzenli olarak Edirne’ye gönderiliyordu. Sultan Fatih, İstanbul’u kuşatmaya başladığı ilk günlerde, şehrin surlarını yıkabilecek kudrette toplar döktürmeye karar vermişti. Bunun için dönemin iş bilir ustaları ile görüştü. Ustalar, bu topların dökümü için bol miktarda bakıra ihtiyaç olduğunu söylediler. Bunun üzerine sultan, Küre madenlerinden vergi olarak gönderilmiş bakır külçelerini ustalara teslim etti. İstanbul’un fethinde kullanılan ve surları döverek delik deşik edecek olan dev topların bakır cevherleri işte bu şekilde Kastamonu Küre’den getirilmişti” ifadelerine yer verdi.
‘Küre Bakır Madenleri Şehirlerin Bakırcı Esnafına Verildi’
Küre bakır madenleri Sivas, Tokat ve Amasya gibi şehirlerin bakırcı esnafına verilip, fazlası ise İstanbul’a sevk edildiğini belirten İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Bizans tarihçisi Halkondil’e göre İsmail Bey’in memleketinin yıllık gelirleri içinde bakır yüksek bir orana sahipti. Anadolu’da sadece İsmail Bey’in memleketinde bakır çıkarılıyordu ve bu bakırın kalitesi de çok iyi idi. 1461 yılında Sultan Fatih Candaroğulları’na son verdiğinde Küre Bakır Madeni de doğrudan doğruya Osmanlı yönetimine alındı. Osmanlı Hazinesinin Gözde Gelir Kalemi: Küre Bakırları. Küre ilçe merkezi Küre-i Nühâs yani Bakır Küresi (Bakır Madeni Ocağı) adıyla biliniyordu. Burada geçen ‘küre’; ‘maden ocağı’ demektir ve ‘nühâs’ ise ‘bakır’ demektir. Yavuz Sultan Selim dönemi Osmanlı tarihçisi İdris-i Bitlisî, Kastamonu’nun gümüş ve bakır madenleriyle meşhur olduğunun altını çizmiştir. Yazara göre Osmanlı devlet hazinesinin önemli bir kısmını Küre-i Nühâs’tan yani Kastamonu Küre ocağından çıkarılan bakır madeni gelirleri oluşturmakta idi. İdris-i Bitlisî’ye göre Küre bakırları, doğu ve batı ülkelerinde çıkarılan bakırdan çok daha kaliteli, yumuşak, işlenmeye elverişli olup, neredeyse gümüş kalitesindedir. Anadolu’nun en büyük bakır maden ocağı Kastamonu-Küre ocağı olup, ürün hacmi ve bolluğu bakımından da ilk sırada gelir. Küre madeninde ‘ustabaşılar’, maden işleyiciler (küreciler), ‘kalcılar’ (arıtımcılar) ve mühendisler de görev yapmakta idiler. Madende kölelerin çalıştırıldığı da bilinmektedir. Osmanlı Devleti, Küre bakır ocaklarından çıkarılan cevherlere o kadar önem veriyordu ki, bu değerli ürünün her yıl eksiksiz olarak merkeze gönderilmesi için kesin talimatlar gönderiyordu. Küre bakır madenleri Sivas, Tokat ve Amasya gibi şehirlerin bakırcı esnafına verilip, fazlası ise İstanbul’ a sevk edilirdi. Öyle ki Küre bakırları topluca gemilerle öncelikle İstanbul’a gönderildiği için bazen Kastamonu Bakırcılar Çarşısı esnafı bakır cevheri temin etmekte zorlanıyordu. Osmanlı hükümeti, öncelikli olarak devletin bakır ihtiyacının karşılanmasını önemsemiş, ikinci olarak esnaf ve zanaatkârın, en son ise bakır tüccarının ihtiyacının karşılanması yönünde bir politika takip etmiştir” dedi.
‘Anadolu Esnafının Dört Gözle Beklediği Küre Bakırları’
Anadolu’da esnafın dört gözle beklediği küre bakırlarından söz eden İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Küre’de çıkarılan ham bakır, hem Küre’de ve hem de Kastamonu’da mamûl hâle getiriliyordu. Bakırcılar Çarşısı’nda ustalar eliyle en fazla bakır ibrikler, kazanlar, tencereler, taslar ve sahanlar yapılıyordu. Bu sayede şehirde bakırcılık zanaatı gelişmişti. İmal edilmiş bakır eşyalar özellikle Osmanlı başkenti İstanbul’da revaçta idi. Bu bakırlar Osmanlı ülkesinin doğu eyaletlerinin ihtiyacını karşılamak için de sevk ediliyordu. Bir ara Erzurum’da yapılan baruthanelere lazım olan kazan ve sair edevat Kastamonu’dan gönderiliyordu. Bakır kaplar ve eşyalar, İnebolu ve Sinop limanları üzerinden Karadeniz kuzeyine Kırım’a da ihraç olunuyordu. Bakırcılar Çarşısı ustaları, yaptıkları eşyaların, kap kacakların üzerine memleketlerini ve usta isimlerini yazarlardı. Bazı kimselerin bakıra altın yaldız işlettiği de olmaktaydı. Bu gibi durumların işitilmesi üzerine Osmanlı devlet yetkilileri hemen harekete geçerek, bakırın kalaylanması durumunda altın yaldızın zayi olacağından dolayı bu işleme engel olmuşlardır. Osmanlı idaresi, Küre maden işletmecilerine geniş bir bölgede bakır satma yetkisi vermiş, hatta Macaristan’dan çıkan bakır, Küre bakır madeni mahsulüne zarar vermesin diyerek, bunların Anadolu’ya geçirilmesine engel olmuştur. Diğer taraftan Küre madenleri zamanla piyasadaki bakır talebini karşılayamaz duruma düşecektir. Osmanlı döneminde Anadolu halkı bakır kapları gerektiğinde para edecek birer yatırım aracı olarak da görmüştür. Paraya ihtiyacı olan, bakır kaplarını satarak nakde çevirirdi. Bakır o tarihlerde aynı zamanda stratejik bir ürün olarak kabul edilirdi. Osmanlı hükümeti, bakırın düşman ülkelerine kayıt dışı satılmasını istemezdi. Bu çerçevede Amasya, Tokat, Erzurum gibi şehirler üzerinden İran’a bakırın gitmesini engellemeye çalışmıştır” şeklinde konuştu.
‘Kastamonu Ve Küre Yöresinde Bakırcılıkla Birlikte Kalaycılık Da Gelişmiştir’
Eskiden evlerde kullanılan pek çok ürünün bakırdan yapıldığını söyleyen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Eskiden Kastamonu Bakırcılar Çarşısı’nda o dönemde halkın gündelik hayatta kullandığı birçok temel eşya bakırdan imal edilirdi. Bunlar ayrıca kalaylanırdı. Bu nedenle Kastamonu ve Küre yöresinde bakırcılıkla birlikte kalaycılık da gelişmiştir. Aslında kalaycılık, bakırcılıkla ilgili bir sanat koludur. Eskiden evlerde kullanılan kazan, leğen, tencere, tava, sini, tepsi, sahan, semaver, tas, maşrapa, güğüm, bakraç, ibrik, şamdan, fanus vb. gibi eşyalar çoğunlukla bakırdan imal olunmaktaydı. Bakırın oksitlenmesi veya ‘bakır çalması’ yüzünden bazı insanların zehirlendiğine şahit olunmasından dolayı, halkın gündelik işlerinde kullandığı kapların ‘kalaylama’ denilen işleme tabi tutulması gerekirdi. Bu işlemi yapana da ‘kalaycı’ deniliyordu. Son 30-40 yıla kadar insanlar evlerindeki bakır kap kacakları, tencereleri, sahanları, kazanları, hatta çorba kaşıklarını bile kalaylatmak için bu çarşıya getirirlerdi. Şimdi yaygın olan plastik kaplar, alüminyum ve çelik tencere tava ve tabaklar piyasada mevcut değildi veya tanınmıyordu” dedi.
‘Bakır Üretiminin Azalmasıyla Eski Canlılığını Kaybetmeye Başlamıştır’
Bakır üretiminin yavaşlamasıyla canlılığını kaybettiğini belirten İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Osmanlı son dönemlerinde Küre maden ocağında yüzeye yakın bakır madeninin zamanla azalmasıyla bakır verimi düşmeye başlamıştır. Teknik imkânsızlıklardan dolayı derinlerdeki galerilere inen yer altı sularının boşaltılmasının güçlüğü, yeterli havalandırmanın yapılamaması ve tenör oranı yüksek madenin derinlerden çıkartılamaması bu verimi iyice düşürmüştür. Madenin derinlere inen ocaklarında çalıştırılan kölelerin sayısı da her geçen gün azalmıştır. Küre madeninde çalıştırılacak işçi sağlanamadığı için maden çalıştırılamaz hale gelmiş, bu yüzden Küre halkının bir kısmı İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmiştir. Osmanlı idaresinin Küre madenlerini ıslah için aldığı tedbirler de yetersiz kalmış; geçimi madenciliğe dayalı Küre kasabası, bakır üretiminin azalmasıyla eski canlılığını kaybetmeye başlamıştır” ifadelerini kullandı.
‘Bakırcı Ve Kalaycı Ustaları Artık Yetişmiyor’
Küre bakırının Kastamonu Bakırcılar Çarşısı ile pek bir ilgisi kalmadığını belirten İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “1920’lerin başlarından itibaren Küre bakır maden ocağının işletilmesi ve bakırın çıkarılması işi Türkiye Cumhuriyeti Devleti eliyle yürütüldü. Teknik imkânların da iyileşmesiyle birlikte Küre madenleri yeniden önem kazandı. Günümüzde Küre madenleri işletilmekte ve halen önemini korumaktadır. Bakır madeni günümüzde de Kastamonu dışına gönderiliyor. Küre bakırının Kastamonu Bakırcılar Çarşısı ile pek bir ilgisi kalmamış görünüyor. Bakırcılar Çarşısı’nda gelenekten gelen ve çırak-kalfa-usta zinciriyle yetişmiş olan bakırcı ustalarımız son yıllara kadar üretim yapıyorlardı. Meslekte 50 yılını dolduran bakırcı ustalarımız vardı. Onların çocukluktan itibaren çırak olarak başladıkları bu meslekle ilgili kitap olacak düzeyde bilgiler vardı ancak bu ustalarımızın çoğu hayata veda ettiler ve hatıralarını, tecrübelerini de mezara götürdüler. Geriden kalfa ve çırak yetişmez oldu. Bakırcılık mesleği de bu şekilde can çekişir hale geldi. Bakırcılar Çarşısı’nın hemen yakınlarında Yakupağa Külliyesi tarafında eskiden bakır dökülen potaların olduğundan, burada bir bakır haddanesi kurulduğundan, bakırın makine vasıtasıyla inceltilerek sac imal edildiğinden bahsedilmekle birlikte bunlar kalıcı olamamıştır” dedi.
‘Gençlere İş Kapısı Olarak Esnaf Çarşıları Ve Sanayi De Gösterilmeli’
Artık her çeşit meslek açısından çırak bulunmadığına değinen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Gençlere İş Kapısı Olarak Esnaf Çarşıları ve Sanayi de Gösterilmeli. Günümüzde bütün gençlerin zorunlu olarak liselerde okutulması ve doğal olarak da her lise mezunu gencin üniversiteye yerleşmesiyle birlikte ülke genelinde çarşı, pazarlarda, sanayide, esnaf dükkânlarında iş ve meslek öğrenmek isteyen, ekmek kovalayan genç kalmadı. Artık her çeşit meslek açısından çırak bulunamaz, çırak yetişmez oldu. Buna bağlı olarak da kalfa ve usta da azaldı. Bakırcılar Çarşısı da bundan nasibini aldı” ifadelerine yer verdi.
‘Esnaf, 2 Yıl Boyunca Yanında Staj Yapan Genç Veya Gençleri İyice Tanıyacak’
Son olarak bakırcılar çarşısı hakkında konuşan İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu; “Çözüm olarak liselerin zorunlu olmaktan çıkarılıp, dört yıllık meslek ortaokullarının açılması, bu okulların 2 yılının uygulamalı eğitime ve staja ayrılması önerilebilir. Staj yapan gençler, bu süre içerisinde devlet eliyle sigortalanmalı, yanında çalıştığı esnafın böylece sigorta yükü azaltılmalıdır. Esnaf, 2 yıl boyunca yanında staj yapan genç veya gençleri iyice tanıyacak, mezun olduktan sonra işini iyi yaptığını düşündüğü bir genci yanında işe alacaktır. Böylece gençlerin 28-30 yaşlarına kadar beklemeden erken yaşlarda işe yerleşmesinin önü açılacak, üretim ve istihdam artacaktır. İş ve üretim dünyasındaki çırak ve ara eleman sorunu da bu şekilde çözülecektir. Bakırcılığın yeniden canlandırılabilmesi için ise öncelikle Bakırcılar Çarşısı binaları elden geçirilmeli, mümkünse çarşının sınırları genişletilmelidir. Turistik eşya olarak bakır kaplar, yeni ürünler üretilmeli, bunların tanıtımı yapılmalı, satış ve pazarlama kolaylığı sağlanmalı, topluma bakır kapların sağlığa olan faydaları anlatılmalıdır. Konunun uzmanı kişi veya kuruluşlardan raporlar alınarak neler yapılabileceğine dair bir dosya da ayrıca yetkili mercilere sunulmalıdır. Son bakır ustası da ölmeden Bakırcılar Çarşısı’na can verilmelidir” şeklinde konuştu.