Öğrenciler 'Yaşayan Müze' açmayı planlıyor
Kastamonu Üniversitesi Türk Halk Bilimi Öğrenci Topluluğu Fen-Edebiyat Fakültesi'nin kantinde Aşure Günü programı düzenledi. Programa çok sayıda öğrenci ve davetli katılım gösterdi. Program hakkında detaylı bilgi veren Kastamonu Üniversitesi(KÜ) Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi ve Türk Halk Birimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Gülten Küçükbasmacı ''Milletimiz birlik, dayanışma gibi kültürümüzün özünde...
Kastamonu Üniversitesi Türk Halk Bilimi Öğrenci Topluluğu Fen-Edebiyat Fakültesi’nin kantinde Aşure Günü programı düzenledi. Programa çok sayıda öğrenci ve davetli katılım gösterdi. Program hakkında detaylı bilgi veren Kastamonu Üniversitesi(KÜ) Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi ve Türk Halk Birimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Gülten Küçükbasmacı; “”Milletimiz; birlik, dayanışma gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları aynı kazanda kaynatıp asırlardır aşure yapmış; muhabbete ve paylaşmaya vesile olmuştur. Kentleşmenin arttığı, bireylerin kendi kabuğuna çekildiği bu dönemde ise paylaşmanın, birlikteliğin, bolluk ve bereketin simgesi olan Aşure Günü daha da önem kazanmaktadır. Biz de bugün bu geleneğin toplumumuz için önemini vurgulamak ve geçmişten günümüze kadar Aşure Günü etrafında oluşan uygulamaları naçizane anımsatmak için böyle bir etkinlik hazırlamış bulunmaktayız” dedi. “TOPLUMUMUZDA ÖNEMLİ BİR RİTÜEL HALİNİ ALMIŞTIR” Aşure Günü’nün öneminden de bahseden Küçükbasmacı; “Hemen her toplumda önemli sayılan günler, geceler, aylar vardır. Bunlardan biri kamerî aylara göre Muharrem ayının 10’uncu günü olan Aşure Günü’dür. Aşure etrafında çeşitli inanç ve uygulamalar oluşmuş, aşure gününe kutlu bir anlam yüklenmiştir. Aşure günü; Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği gün, Hz. İdris’in göğe yükseltildiği gün, Hz. İbrahim’in ateşten kurtulduğu gün, Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’la kavuştuğu gün, Hz. Eyüb’ün hastalıktan kurtulduğu gün, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’den geçtiği gün, Hz. Yunus’un balığın karnından çıktığı gün, Hz. İsa’nın doğduğu ve göğe yükseltildiği gün, Hz. Nuh’un gemisinin tufandan kurtulduğu gün olarak kabul edilmiş ve toplumumuzda önemli bir ritüel halini almıştır. Ayrıca Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin Kerbela’da şehit edildiği gün de bu güne denk gelmektedir. Aşurenin ilk yapılışına dair anlatılan rivayete göre Hz. Nuh’un gemisiyle tufandan kurtulup karaya indiği ve Ararat dağının tepesine oturduğu zaman gemide artan buğday, fasulye, nohut gibi yiyecekler bir araya getirilerek pişirilmiş ve bu yiyeceğe aşure denmiştir. Türk kültüründe asırlar içinde gelişerek kendine özgü bir aşure geleneği oluşmuştur. Saraydan evlere, tekkelerden orduya kadar aşure pişirme geleneği benimsenmiş, toplumsal birlikteliğin sağlandığı önemli bir gün olarak günümüze kadar gelmiştir” diyerek bilgi verdi. “KOMŞULARA VERİLEN AŞURENİN KABI YIKATILMAZ” Aşure Günü’nün oluşumundan bahsederek, konuşmasına devam eden Küçükbasmacı; “Muharrem ayının 10’uncu gününe denk gelen Aşure Günü’nün en önemli özelliği aşure pişirilip dağıtılmasıdır. Türkler bu geleneği diğer Müslüman ülkelere göre daha çok benimsemişlerdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden bir geleneğe göre de Kerbela hadisesine atfen Muharrem ayının ilk on günü öğle ezanları ağıt havasını andıran Hüseynî makamında okunmuştur. Osmanlı toplumunda da Aşure Günü’ne önem verilmiştir. Sarayın hazırlıklarının yanı sıra Sultanefendiler de kendi saraylarında aşure pişirip semt halkına, yoksullara dağıtmışlardır. Hanedan mensuplarının karşılıklı olarak birbirlerine gönderdikleri aşureler çok değerli porselen, kristal, bakır, gümüş aşureliklere konulmuş, bunlar birer hediye olarak konak ve sarayların köşe raflarında camekânlarda saklanmıştır. Evlerde ise her aile kendi konumuna ve ihtiyaçlarına, mevsim imkânlarına göre zengin malzemeli aşure pişirirlerdi. Aşurenin pişirilmesi ve dağıtılması sırasında uyulması gereken gelenekler oluşmuştu. Evlerde büyük helva ve kuzu kazanı içinde hazırlanan aşure ocaktan indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştırıp bir ‘Yasin-i Şerif’ okur, kazanın ağzına kalaylı bir tepsi, bunun üstüne de beyaz bir örtü örtülürdü. Aşurenin demlenmesi tamamlanınca tepsi alınır, evin en büyüğünden, en küçüğüne sıra ile tas tas verilirdi. Herkes salavat getirdikten sonra yemeye başlar, ayrıca tepsideki ‘aşure teri’ denen buhar suyu da şifa niyetine göz kapaklarına ve alına sürülürdü. Komşulara verilen aşurenin kabı yıkatılmaz, o evde bırakılmazdı. Aşure yenilirken ağza gelen ilk bakla çiğnenmez, çıkarılır; yıkanıp kurutulur ve para kesesine ‘bereket baklası’ ya da ‘aşure baklası’ denilerek konulurdu. Aşure pişirirken kullanılan kepçeye ibrişimle (ipek ipliğiyle) delikli gümüş paralar bağlamak, daha sonra bunları yıkayıp yine bereket olsun diye keseye koymak da Adetti. Aşure gününde yapılan törenler o kadar ilgi çekicidir ki çeşitli vesilelerle Osmanlı topraklarında bulunmuş olan yabancıların da dikkatlerinden kaçmamıştır. Toplumsal kimliğimizi oluşturan ve bizi biz yapan değerlerden biri olarak aşure gününde yüzyıllardan beri aşure kazanları kaynamaya devam etmekte; kaynayan aşure kazanlarında birliğimiz, dirliğimiz pekişmektedir” ifadelerini kullandı. “YAŞAYAN MÜZE AÇMAYI PLANLIYORUZ” Öğrencileri ile yapmayı planladıkları çalışmalara da değine Küçükbasmacı; “Yaşayan Müze açmayı planlıyoruz. Türk Dili ve Edebiyatı öğrencileri ve Türk Halk Bilimi Öğrenci Topluluğuyla birlikte organize ediyoruz. Rektörlük Binasının arkasında bir konağımız var. Yaşayan müze şeklinde açılacak müzeye gelen ziyaretçi Kastamonu masallarını dinleyebilecek, köy oyunlarını oynayabilecek. Gelin odası hazırlanacak. Dokuma tezgahı, taş baskı tezgahı oluşturmayı çalışıyoruz. Ankara’da, Beypazar’ın da örneği olan müzenin benzerini Kastamonu’da açmayı hedefliyoruz” dedi.