Mehmet Feyzi Efendi Anlatıldı
Mehmet Feyzi Efendi'nin vefatının 35'ici yılı münasebetiyle TÜRKAV organizasyonuyla Kutlu Bilgi Derneği ve Kastamonu Belediyesinin destekleriyle Kuzeykent Nikah ve Kongre Salonu'nda konferans tertip edildi.
Konferansta saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasının ardından Halife Sultan Camii İmam Hatibi Kamil Gezer tarafından Kur’an okundu. Daha sonra kürsüye gelen TÜRKAV Şube Başkanı Kamil Çonkor katılımcıları selamladı.
Konferansta konuşmacı olarak yer alan MHP Eski Genel Başkan Yardımcısı Ziya Yılmazbilen; “Değerli varlıklarınızla şereflendirdiğiniz bu salonda sizlere hitap etme imkanı bulduğum için duyduğum sevinci kıvancı belirtilerek hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyor, sefa getirdiniz diyorum. Efendi hazretlerinin en belirgin olarak yaptığı iletişim, sohbetleriydi. Sohbetleri esnasında ziyaretçiler kendileri bazen şu soruyu sorsak veya bu konuda bilgi alsak gibi ön düşüncelerle gelir. Bazıları doğrudan sorar. Efendi hazretleri de onlara onların anlayacağı bir lisanla anlatırdı. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu anlattıklarım genel itibarıyla biraz önce sayın başkanımın da arz ettiği gibi akaidi veya itikadi konular, ameli konular veyahut da gelen ziyaretçilerin bireysel olarak çocuğunun hastalığı için dua eder misiniz efendim gibi taleplerinden oluşurdu. Oysaki Mehmet Feyzi Efendi bütün bunların dışında başka özellikler taşıyan bir insandı. O özellik doğduğu günden itibaren yaşadığı hayatın dönemlerinde gizli. Şöyle ki 1912 yılında dünyaya geldi” dedi.
Mehmet Feyzi Efendi’nin Yetiştiği Dönem
Mehmet Feyzi Efendi’nin yetiştiği döneme değinen Yılmazbilen; “1914 yılında yani 2 yaşındayken o günkü tabirle birinci cihan harbi gerçekleşti. Birinci Dünya Savaşı'nda bütün dünyada dengeler alt üst oldu. Milyonlarca insan öldü ve 3 kıtada hüküm sürmüş olan 600 yıl Dünya tarihinin şerefli sayfalarını oluşturmuş Osmanlı İmparatorluğu'nun artık çökmeye başladığı günlerdir. O kadar ki Anadolu ve payitaht İstanbul işgal altında. Güneyde Fransızlar, Ege'de Yunanlılar, Karadeniz'de Ermeniler ve İstanbul'da İngilizler bu cennet vatanı işgal ediyor. Daha sonra o imparatorluk tarih sayfalarında yerini alıyor yerine yeni bir Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluyor. Yeni bir devletin kuruluşuyla beraber yepyeni kurallar, kaideler ve ana kabuller ortaya çıkıyor. Bütün bunlar Mehmet Feyzi Efendi'nin çocukluğu ve daha sonra gençliğinde devam ediyor. Ve 1940'lı yıllara geldiğimizde bu defa İkinci Cihan Harbi oluyor. Türkiye yokluk, zaruret, fakirlik içerisinde. İkinci Dünya Savaşı'na girmemeye çalışıyor. İkinci Dünya savaşı sonunda dünyanın uzun yıllar yönetimde hakim olan bir yapı ortaya çıkıyor. O yapı da iki kutuplu dünya düzeni. Yani bir tarafta Batı ülkelerinin Amerika liderliğinde oluşturduğu bir yapı. Diğer tarafta Doğu ülkelerinin yani diğer tabirle demir perde ülkeleri denilen ülkelerin oluşturduğu ve askeri olarak da Varşova paktı denilen yani Batı ülkelerinin NATO Askeri Paktı'na karşılık Doğu ülkeleri de Varşova paktını oluşturuyor. Liderliğini de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yani Rusya yapıyor. Beraberinde yepyeni bir kavram ortaya çıkıyor bu kavram da Soğuk Savaş. Uzun yıllar geriye dönük bazı konuları ifade ederken soğuk savaş dönemi diye ifade edilir. Soğuk Savaş dönemi batılıların refah düzeylerini yükselteceklerini, geçim kaynaklarını yükseltileceğini ifade eden kapitalist ve liberalizm anlayışına sahip, Doğu bloğu da ezen ve ezilenin olmadığı, herkesin eşit olduğu bir dünya mesajı ile yer alıyor. Ancak her ikisi de emperyalizmin ağa babaları. Her ikisi de daha zayıfı ezmek daha zayıfı kullanmak zarureti üzerine kurulu. Gerek Amerika yönetimindeki Batı bloğu gerekse Rusya yönetimindeki Doğu bloğunun yaptığı bu. Burada bizi ilgilendiren kısım şu. Gerek ekonomik gerek kültürel yollarla yönetmek istedikleri ülkeleri işgal etmek. Metot bu, adı soğuk Savaş. İşte o sırada Mehmet Feyzi Efendi basiret sahibi olarak tanımlanıyor. Basiret ne demek? Basiret Sevgi gücü olan basiret duyguları düşünceleri olanları bitenleri anlayan ve olumsuzluklar nezdinde ne yapılacağı ile ilgili stratejik değerlendirmeler yapılabilmesine basiret deniliyor” şeklinde konuştu.
Mehmet Feyzi Efendi’nin Mücadelesi
Mehmet Feyzi Efendi’nin mücadelesine değinerek anlatımda bulunan Yılmazbilen;; “İşte Mehmet Feyzi Efendi günümüz alimlerinden böyle bir farkla ortaya çıkıyor. Yani dünyada olup bitenleri ve ülkemize olacak tesirleri anlıyor ve etrafına anlatmaya başlıyor. Hatta anlatmakla yetinmiyor gereğini yerine getirmeye başlıyor. Zaten kendileri sohbetlerinde diyor ki evliyalar veya ulemaların ikna etme gibi bir zarureti yoktur. Ancak Mehmet Feyzi Efendi öyle ifadeler kullanıyor ki muhataplarından biri kısmı özellikle Kastamonu'daki bir kısım insanlar emir telakki ediyor. Nedir bu diye baktığınızda iki kutuplu bir dünya düzeninin ülkelerin işgal etmek için uğraştıkları süreçte Türk milletini uyandırmak. Peki bu nasıl olacaktı? Daha askerlik yaparken öğrendiği bir şey vardı. Ve bunu da bütün etrafına öğretmeye çalışıyor özellikle gençlere ezberlettirmeye çalışıyor. O da nedir? Büyüklerimizin ve belli yaştaki insanların bildiği ama son zamanlarda önemli bir şekilde unuttuğumuz alay marşı diye bir marş. Şimdi geçmişte tekke ve zaviyelerden birçok insanların normal askerlik yapmaya gitmediği, askerlikten muaf olmayı talep ettikleri İstiklal harbi başta olmak üzere birçok savaşımızdan geri durdukları zaman diliminde Mehmet Feyzi Efendi annesinin kendisini vatan için yetiştirdiğini ifade ediyor. Ve Alsancak'tan bahsediliyor yani Alsancak hürriyetin ifadesidir. Sancağınız bayrağımız varsa devletimiz var devletimiz varsa vatanımız da var bunlar olursa siz diğer insani vecibelerinizi insan hayatını devam ettirebilir dini hayatınızı devam ettirebilir sosyal hayatınızı devam ettirebilir ekonomik hayatınızı devam ettirebilirsiniz. Değerli dostlar 1960’lı yıllara gelindiği zaman bu çok kutuplu dünya düzeni içerisinde Sovyetler başta şimdi Türki Cumhuriyetlerle ifade ettiğimiz yerleri işgal etmiş ve komünizm dediğimiz insanlık belası bir rejimi dünyaya hakim kılmaya çalışmış ve soğuk savaşın şartlarında da o ülke insanlarını etkilemek suretiyle kendisini davet ettirmeyi strateji olarak belirlemiş yani diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de kendi taraftarı olacak insanlar yetiştirecek ve o insanlar bir gün Sovyetleri Türkiye’ye davet edecekler. Bunun adına da devlet denilecek. Bunun ön işaretleri görülmeye başlanıyor. Altmışlı yıllarda bir takım insanlar banka soymaya, soydukları banka parasıyla silah alacaklarını, silahla da devrim hareketlerini başlatacaklarını ve bölücü hareketlerin şimdiki PKK’nın kaynağını oluşturan doğu kültür ocakları gibi yerleri güçlendireceklerini söylüyorlar ve adımını atıyorlar. İşte bu sırada Mehmet Feyzi Efendi etrafındaki dostlarına diyor ki milliyetçilik cereyanı başlayacak. Karşı olmayın. Fikir hareketlerine ideolojik hareketlerine cereyan ifadesi kullanıyor. Milliyetçilik cereyanı yani diğer ifadeyle Türkiye’de Türk milliyetçiliği hareketi başlayacak karşı olmayın diyor ve bu sözün üzerine etrafındaki çevresindeki büyüklerimiz acaba bu nedir diye baktıklarında Alparslan Türkeş’in bir siyasi hareketin başına geçerek bir siyasi partiyi harekete geçirdiğini gözlüyor ve derhal Kastamonu’da önce kendi kayınbiraderi olmak üzere cennet mekan rahmetli Hacı Enver Eroğlu Beyefendi Milliyetçi Hareket Partisi Kastamonu İl Başkanı oluyor. Ve Efendi hazretlerinin sözlerini emir telakki edenler derhal diğer yerlerde de mesela Tosya’da ilçe başkanlığını üstleniyorlar. Ve diğer yerlerde de göreve koşuyorlar. Bu göreve koşma Türkiye’nin herhangi bir şehrindeki siyasi çalışma gibi olmuyor çünkü o günlerde ülkemize bir kısım insanlar sürecini anlatmaya çalıştığım Sovyetlerin Marksizm Leninizm, komünizm ve sosyalizm diye ifade ettiğimiz düşüncelere sahip olan insanlar din ile aralarına mesafe koyuyorlardı yani onlar dine her şeyleri ile karşılarlardı ki bunu Sovyetler bölgesinde daha sonra çözülme sürecinde de hepimiz gördük size burada hemen aklıma geldiği için bir örnek vereyim Komünizm ne demek bugün tehdidi ne kadar azalmış olsa da o günleri anlamak açısından söylüyorum Burada çok iyi bilen arkadaşlarımız da var o bölgeleri gezen gören arkadaşlarımız da var Kırgızistan Kazakistan sınırında bir köye gittik köyde devletin yaptığı işte muhtarlık binası gibi bir kültür merkezi var. Ve orada da kreş var kreş‘n içini gezdiriyorlar gezerken tuvalet kısmı. işte 5 metreye 5 metre gibi bir oda kenarlarına delik delmişler. Tuvalet taşı filan yok su yok bölme yok burası neresi dedik tuvalet dediler Yaklaşık 20 kişinin aynı anda defi hacetini görebileceği bir tuvalet ama hiçbir bölüm bölüm yok. Düşünebiliyor musunuz, ilkokul veya okul öncesi eğitimde yani daha çocuk yeni hayata başlarken mahremiyet diye bir şey yok çünkü komünizmde edep haya mahremiyet diye bir şey yok insanoğlunun her türlü duygusunu her türlü düşüncesini her türlü inanç duygusunu yok eden bir rejim bir anlayış. Türkiye’de karşılık bulmaya başlıyor ve onların karşılaştığı Türk milliyetçileri de onlara göre faşist oluyor yani bizlerin bir başka yönümüz daha var. İslami yönü olan dindar büyüğümüz insanlar da milliyetçiliği reddediyorlar hatta ona ırkçılık diyorlar ve daha da ileri gidiyorlar en basit şekliyle sen ‘Türk müsün, Müslüman mısın?’ diye soruyorlar. 1960 yılların sonları 1970 li yılların başları ‘Sen Türk müsün, Müslüman mısın? Denize bir Türk bir Müslüman düşse hangisini önce kurtarırsın?’ diye soruyorlar. Şu tuzak sorulara bak. Şu alçaklığa bak. İşte mefahiri milliye (milli değerlere bağlılık) mefahiri diniyye (dini değerlere bağlılık), Sadakati Vataniye (Vatana sadakat) ifadesi böyle bir süreçte söyleniyor. Siz hem Müslüman hem Türk’sünüz. Etle kemik gibi birbirinin mütemmimi olan milliyetiniz ve dinimiz birbirinden ayrılmaz hatta o bazıları diyor ki Türk İslam sentezi işte Türklükte İslam’ın sentezi filan adını saygıyla ve minnetle anmak isterim cennet mekan Arvasi hoca da bunun adını koyuyor diyor ki Türk İslam ülküsü ve Türkiye, Türk milliyetçilik hareketi ile efendi hazretlerinin Kastamonu’da o net, o bariz ifadesiyle vücut buluyor ve Türk milliyetçiliği hareketi ecdadının yıllarca Türk cihan hakimiyeti diye ifade ettiği o mefkureye sahip çıkıyor. Mehmet Feyzi Efendi’nin çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren İşte o günleri gören o günleri yaşayan Mehmet Efendi sadece durum tespiti ile kalmıyor bize o durum karşısındaki çözüm yollarını da gösteriyor. Sovyetler muazzam bir güç, ancak çok büyük sıkıntısı var o da dünyanın yarısına hükmetmelerine rağmen coğrafya olarak Asya batısından sıcak denizlere yolu yok. Sıcak denizlerle irtibatı yok Bunun için Türkiye önemli. Türkiye’den sıcak denizlere inebilmeleri lazım o yüzden Türkiye üzerinde birçok insanı yetiştiriyorlar eğitiyorlar ve Türkiye’de anarşi terör ortaya çıkarıyorlar. Bakın şimdi bir tane örnek vereceğim. Açık denizlere inmek isteyen Ruslar buradaki büyük bir Türk milliyetçiliği direnci ile karşı karşıya kalınca 1979 yılında Afganistan’ı işgal ettiler. Çünkü oradan sıcak denizlere inmek istiyorlardı. Afganistan’ı işgal ettikten sonra diğer kutup merkezi olan Amerika sözde Afganistan’ı koruma ve kollama için o da Afganistan‘a girdi sonra 1979 yılından bugüne kadar Afganistan’da otuz milyondan fazla insan öldü. 12 Eylül darbesinden sonra memleketini seven milliyetçi gençler, bölücülerle beraber tutuklandı. MHP davasında 220 kişi idamla yargılandı. Bunlardan biri de bendim. Ne zaman duruşmaya gitsek salon Kastamonu ve Tosya’dan gelen alperenlerle dolu olurdu. Mehmet Feyzi Efendi’nin yönlendirmeleri ile birçok insanımız bu büyük facia ve sıkıntılar karşısında ellerinden geleni inanmayacağınız boyutta yaptılar. Duruşma var, akşam duruşmadan çıkıyor Abdullah Arpacı. Yaşı 70. Otobüsü kaçırıyor, Ilgaz Kavşağı’nda iniyor 45 km. Yürüyerek dönüyor. 12 Eylül’den sonra Başbuğ Türkeş bana Efendi Hazretlerini ziyaret etmek istediğini ve randevu almamı istedi. Randevuyu aldım. Bir bayram sonrası idi Feyzi Efendi Hazretleri’nin evine girerken başka bir kısım insanlar vardı onlar da çıkıyorlarmış. Türkeş ve Mehmet Feyzi Efendi’nin kucaklaşmasına şahit oldum. Mehmet Feyzi Efendi Türkeş’in şöyle başından tuttu, kendine çekti, alnından öptü. O sırada Türkeş’in yanında Sayın Devlet Bahçeli vardı” ifadelerini kullandı.
Program TÜRKAV Genel Başkanı Ebubekir Korkmaz’ın Ziya Yılmazbilen’e hediye takdimiyle sona erdi.