İlim Hikmet'te Suyun Değeri Konuşuldu
Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı'nın İlim Hikmet Sofrası Cumartesi Sohbetleri'nin 163'üncü hafta konuğu 'Harika madde su' konusuyla Kastamonu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kasım Yenigün oldu.
Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı’nın İlim Hikmet Sofrası Cumartesi Sohbetleri’nin 163’üncü hafta konuğu “Harika madde su” konusuyla Kastamonu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kasım Yenigün oldu.
Hz. Pir Külliyesi Bayraklı Konak’ta yapılan programa, Belediye Başkanı Rahmi Galip Vidinlioğlu, Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Hamdi Topal, Hz. Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çiftçi, kurum müdürleri, STK temsilcileri, iş adamları ve öğrenciler katıldı.
Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı Başkanı Mehmet Çiftçi, yaptığı açılış konuşmasında, 163’üncü hafta İlim Hikmet Sofrası Cumartesi Sohbeti buluşmasını gerçekleştirmekten mutluluk duyduklarını söyledi.
‘Kainattakileri Keşfettiğimizde O İlim Kisvesi Hikmet Halini Alıyor’
Kastamonu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kasım Yenigün, Şeyh Şaban-ı Veli’nin makamında bulunmanın heyecanlandırdığını belirterek; “Ne kadar güzel bir ifade, ilim ve hikmet sofrası, ilim ve hikmet sohbetleri... Bizlerin haddimiz olmadan giydiğimiz ilim kisvesinin aslında değeri de belki kainatta her şeyin nedenini, nasılını, bizim için ne mana ifade ettiğini, oradan ne okumamız gerektiğini görmeye çalıştığımızda o zaman o ilim kisvesi hikmet halini alıyor. Kainattaki hikmeti görme fırsatı bize verilmiş oluyor. Biz de belki de o manada manayı harfi nazarıyla yani eşyanın üzerindeki isimlere takılmadan onun içerisindeki manayı kim yapmış, niçin yapmış ve bizden ne istiyor manasını görebildiğimiz zaman hakikaten kainat kitabını okumuş olacağız” diye konuştu.
‘Kainatta Yaratılan Her Şey Hakikate Götürüyor’
Suyu merakla incelediğinde birçok güzellik ve harikalıklar gördüğünü aktaran Yenigün; “Suda ne harikalıklar var? Suyla ilgili daha öğrencilik döneminde yaptığım birkaç çalışmayı, yaptığım birkaç araştırmayı incelemeyi üst üste not ettim ve Mühendis ve Mimarlar Odası’nın bir Türkiye mühendislik haberlerinin yayınladığı bir dergi var. Bizim için pek kolay yayın yapamayacağımız ulaşılmaz olan bir dergi ve ben daha henüz öğrenciydim ama suda o gördüğüm harikalıkları arka arkaya not ettim ve derginin editörüne gönderdim. Aradan kaç ay geçti. Bana bir dergi geldi. Baktım ki İnşaat Mühendisleri Odası özel su sayısını yayımlamış. Daha birinci sayfayı çevirir çevirmek baktım ki birinci sayfada ‘harika madde su’ yazıyor. Altına adımı yazmışlar ve o gönderdiğim notları o derginin özel sayısının giriş yazısı yapmışlar. Aslında hiç makale formatında değil ama hakikaten sudaki mucize, hikmeti aramak gözüyle bakılıp arandığında o kadar etkileyici şeyler ortaya çıkarıyor ki o notlar derginin editörün hoşuna gitmiş ve bütün makalelerin başına almış. Bu yüzden bugünkü konuşmamı da ‘harika madde su’ yaptık. Eğer bir insan meraklıysa, öğrenmek istiyorsa öğrenmenin başı meraktan, incelemekten ve sorgulamaktan geçiyor. Kainatta yaratılan her şeyi o meraklı araştırmacı bakışla, incelemeye, takip etmeye başlarsak o merak bizi mutlaka hakikate götürüyor. Yağmurun bize ulaştırıldığı bulutların ortalama seviyesi 1100-1200 metre. Bu mesafeden bir telefonu bıraksak ne olur? Paramparça olur. Aynı şekilde bize yağmur damlaları da geliyor değil mi ve yer çekimi diye bir kanunu da biliyoruz. Yer çekimi de aşağıya bırakılan her şeyi kendine çekiyor ve kütlesi ve yüksekliğinin çarpımı potansiyel enerjisiyle giderek hızlanıp aşağı bir kritik oluşturacak şekilde gidiyor. Yağmur damlası da böyle inmesi lazım aslında değil mi? İlginçtir ki yağmur damlası bin metre yukarıdan aşağıya doğru inerken enteresan bir şekilde hızlanmıyor. Peki yer çekimi onunla anlaşmalı mı? Yerçekimi niye onu aşağıya doğru büyük bir süratle ve kuvvetle çekmiyor? Yağmur damlası aşağıya doğru inerken bir şey onu frenlemeye çalışıyor. Frenlemeye çalışan şey bildiğiniz hava. Hava, yağmur damlasıyla karşılaştığında onu engellemeye ve o esnada da sürtünmeye maruz bırakıyor. Sürtünme otomatikman ‘sıcaklık’ demektir. Hemen en basitinden ellerimizi birbirine sürelim ve bakalım. Ellerimiz ısınıyor değil mi? Havanın direnci de yağmur damlasına değdiğinde ve o damlaya sürtündüğünde aslında o damlanın ısınmaya başlaması lazım. Bu sefer bin metreden aşağıya doğru inen o su damlası zemine varana kadar kaynar vaziyete gelmesi lazım. Başınıza kaynar suyun inmesi lazım aslında değil mi ama o sürtünme sebebiyle damlanın etrafındaki ilk çeperdeki zarın hemen dışındaki su kısmı buharlaşıyor. Buharlaşınca bu sefer damla küçülüyor ve buharlaşma dolayısıyla yani ısısını havaya verdiği için aslında su damlası serinliyor bu sefer. Hem hava sürtünme yoluyla damlayı yavaşlatıyor. Sürtünme dolayısıyla damlanın etrafındaki kısım yine sürtünme dolayısıyla buharlaşıyor, buharlaşma dolayısıyla bükülüyor ve orada bir soğuma oluyor. Bu şekilde limit hıza ulaşan damla yavaş yavaş zemine kadar gelmiş oluyor. Aslında damlalar ilk başlangıçtaki halleriyle devam edip aşağıya inseler bütün damlaların birbirine yapışması lazım. Yani kafanıza bir kova sudan çok daha büyük miktarda bir suyun ulaşması gerekirken küçülme dolayısıyla yandaki damlayı itmeye başlıyor ve asla bir damla diğerini yanına çekmiyor, bilakis itiyor. O yüzdendir ki suyun toprağı ya da üzerimize ya da herhangi bir mekanın üzerine varıştaki hali hal tam ifadeyle ‘rahmet’ şeklinde ulaşmış oluyor” dedi.
‘Dünya’daki Yüzde 0,5’lik Bir Kısım Su Kullanılabilir’
Yüzey gerilim damlalarına ilişkin de konuşan Yenigün; “Su yeryüzüne saf olarak geliyor diye biliyoruz. Fakat ilginçtir ki koca koca denizlerin içerisinde bulunan tuzlu su içerisinde çok sayıda canlıyı barındırıyor. Her gün yediğimiz tonlarca balığın yine birbirine besin zinciri oluşturması dolayısıyla diğer balıkların besin hallerini düşünün. En küçük balıkları ya da en küçük mikroorganizmaların beslendikleri deniz yüzeyinde plankton denilen maddeler var. Denizin üzerinde, karalara yüzlerce, binlerce kilometre mesafedeki o planktonun ya da oradaki o küçük zerreciğin bize ne faydası var? Dünyada 1,4 milyar kilometreküp su var. Dünyada giderek artan rakamıyla 9 milyar insan olduğunu kabul edersek, yani yaklaşık her altı kişinin bir kilometreküp suya sahipliği söz konusu ama nerede bu su? Bu suyun yüzde 97,5 olan kısmı denizlerde, okyanuslarda ve bu tuzlu. Biz doğrudan onu kullanamıyoruz. Kalan yüzde 2,5’luk bize kalıyor mu? Kalanın yüzde 2’lik kısmı yine elimizde değil. Bu kısım Antarktika’da ve Grönland’da. Yüzde 0,5’in ise yüzde 80’ini yer altı suyunda. Onun, önemli bir bölümü, topraktaki nemde, vücudumuzda. Geriye kalan kısmı bizim için Kur’an’da ‘enhar’ diye tabir edilen nehirler olarak karşımıza çıkan ve bizim içtiğimiz, sulama yaptığımız, enerji elde ettiğimiz, balıkları beslediğimiz daha pek çok alanda kullandığımız temiz tatlı su kaynağıdır. Temiz suyu getirmek belediyelerin en ciddi işlerinden, en çok para harcadıkları, en çok başlarının ağrıdığı, yoruldukları iş. Suyu arıtmak başlı başına bir iş. Denizlerde ve okyanustaki o bahsettiğimiz yüzde 97,5’luk su enteresan bir arıtma cihazıyla bize tertemiz olarak geliyor. O arıtma cihazının adı başımızın üzerinde her gün kainatımızı aydınlatan ve ışıklandıran güneş. Güneş kainat kurulalı beri o denizleri ve okyanuslara buharlaştırıyor. Oradaki tuzlu suyun sadece saf kısmının alıyor. Oradan buharlaşan su gökyüzüne yükseldikten sonra bu sefer bulutlarla karalara ulaşıyor ve karalarda bize arıtılmış su olarak geliyor. Denizlerde köpürmeler görmüşsünüzdür. O köpürmeler, o yüzey gerilimleri dolayısıyla yükselen damlacıklarla beraber birtakım maddeleri, birtakım malzemeleri de taşıyor. Karalarda bizim için lazım olan, bizim için çok faydalı olan tarlalar, topraklar, bütün bitkiler için en çok lazım olan gübrenin ham maddesini, kaynağını oluşturuyor. Onlarla beraber yeryüzüne enteresan maddeler geliyor (Fosfor, magnezyum, potasyum). Üstelik bunlar oradaki bir takım kobalt, kurşun, bakır, çinko gibi zararlı maddeleri de ayrıştırarak sanki özel bir arıtma cihazı oradaki suyu gerekli diğer maddeleri de alıyor sonra getirip yağmur olarak toprağımıza, bahçemize, tarlamıza ulaştırmış oluyor. Bizim tarlamızda, bahçemizde ihtiyaç duyduğumuz su sadece yağmurun yağdığı zamanlarda değil ki başka zamanlarda da ihtiyaç var. İmkan olsa her dağın başına bir tane baraj yapsak ve o suyu temiz ve saf olarak tutsak sonra ihtiyaç zamanlarında da o su bize ulaşsa, mümkün mü? Biz şimdiki imkanlarla barajları yapıyoruz. Bundan bin sene önce baraj yapabilmişler mi? Hava birazcık daha soğuyunca aslında bizim çok ihtiyaç duyduğumuz su bize yağmurlarla gelmiyor. Aslında bizim esas beslendiğimiz, dağdaki kurdun kuşun, nehirlerin beslendiği suyun da toprağın duyduğu ihtiyaç da aslında dağların başındaki kar hazneleriyle oluyor. Yani aslında bizim su depolarımız, bütün dağların başına ulaşan kardır. Yani aslında biz doğrudan suyu kullanmış olmuyoruz. Öyle yerler var ki dünyada oraya ne kar gider ne yağmur gider. Örneğin Çöller. Çölde de bitkiler var, çölde de canlılar, yaşayanlar var. Onlara su nasıl gider ve orada ki insanlar oradaki canlılar sularını nasıl temin ederler? Bu sefer de oraya suyun başka bir ulaşım yolu var. Hiç aklımıza, hayalimize gelmeyen bir yol. Çöllere su, sis vasıtasıyla gidiyor. Voleybol ağları gibi ağları oradaki insanlar belirli noktalara koyduklarında gece boyunca gelen bütün o sis o ağlara tutunuyor. Orada o minik ağlar üzerinde yoğunlaştığında damlacıklar haline geliyor. Yaklaşık 500 metrekarelik bir alanda bu ağları yapan herhangi bir çöl çiftçisi günde 200-300 metreküp suyu temin edebiliyor. Yani hikmet nazarıyla bakan o gezgin, o yolcu aslında dünyanın her yerine suyun gidebildiğini, ulaşabildiğini görebiliyor. O yolculuğun nasıl olduğuna bakılırsa bir bakışla karşılığını, sahibini bulamayacağı bir duvara toslayacak ama bu hikmet ayete bakıldığında ‘her şey suyla diri kılındı’ ifadesini bu yolculukta görmek mümkün” diye konuştu.
‘Yeraltı Sularının Yaşının Bir Milyon Olduğunu Rahatlıkla Söyleyebiliriz’
Dünyanın ve insanın 4/3’ünün su olduğunu anlatan Yenigün; “Bu kadar çok suya sahipken acaba biz vücudumuzdaki suyun ne kadarını kaybetsek rahatlıkla problemsiz bir şekilde yaşarız. Sadece yüzde 1’lik su kaybı susuzluk hissi, ısı düzenin bozulması, performans azalmasına karşılık geliyor. Yüzde 3’de vücut ısı düzenin bozulması aşırı susuzluk hissi, yüzde 4’te ise fiziksel performansın yüzde 30 düşmesi ve yüzde 5’te baş ağrısı ve yorgunluk başlıyor. Yüzde 6’da halsizlik ve titreme, yüzde 10’da bilinç kaybı oluyor, yüzde 11’de ölüm muhtemel, yüzde 12’lik kayıpta kesin ölüm. Çok gibi görünmekle beraber azıcık bir miktarda azalma bile bizi ne kadar çok etkileyebiliyor. Bu da hayatın suya bağlılığının bir başka göstergesidir. İnsanlar olarak çok hatalarımız, suçlarımız var. Kullandığınız kirleticiler, gübreler, tabiata bize emanet olarak verilen hiçbir şeye hassasiyet göstermeden, umursamadan, yaptığımız hasarlar ve zararlar var. Yüzey suları bunları hemen hızlıca aşağıya alsaydı biz bu yıla kadar dünyanın var oluşundan bugüne kadar sapasağlam herhalde nesiller olarak gelemezdik. Dünyanın var olduğundan bu yana biz yeraltı sularını temiz olarak alıyor ve kullanıyoruz. Aslında yüzeydeki bir suyun derinlerdeki yeraltı suyuna ulaşması ne kadardır biliyor musunuz? Bir yılda sadece birkaç milimetre. Şu anda kullandığımız yeraltı suyunun yaşının bir milyon olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kaynaklardan teyidini yapmak mümkün. Yani yeraltı suyunun yaşı bir milyon yıl önce yüzey suyunun oraya ulaşmasıdır diyebiliriz. Bunun bize bakan yönü şu o aşağıya doğru sızma yoluyla giden su süzüle süzüle arıtıla arıtıla adeta çok sayıdaki membran tabakasından geçe geçe aşağıya doğru gidiyor. Aşağıya giderken yer altında su saf olarak mı kalıyor? Biz yer altından suyu saf olarak almıyoruz. Yer altından suyu biz çok nitelikli olarak, maden suları olarak alıyoruz. Sadece Türkiye’de 230 yerde Afyon’daki gazlıgöl gibi, Niğde’deki yerler gibi ilaç kullanıyoruz. O su yer altına giderken yer altındaki tabakalardaki içlerindeki çok farklı maddeleri, malzemeleri beraberinde içlerine alarak oyarak, aşındırarak ve bünyesine katarak gidiyor” dedi.
‘Su Öyle Bir Emir Almış Ki Üzerine Gelen Hangi Yük Olursa Olsun Onu Taşıyor’
Suyun taşımacılıkta da kullanıldığının altını çizen Yenigün; “Su öyle bir emir almış ki üzerine gelen hangi yük olursa olsun onu taşıyor. Tek şart bir hacim oluşturmak, yani o hacmin içine suyun girmesini engellemek. Biz insanlar olarak da suyun bu özelliğini binlerce yıldır kullanıyoruz. Taşımacılık sektörünün en ucuzu da su üzerindeki taşımacılık oluyor. Gemiler TEU denilen özel taşıma sistemiyle çalışıyorlar. Bu TEU’nun bir tanesi tırlar arkasındaki bir konteynere denk geliyor. Şu anda en büyük TEU gemisi 23 bin 750 konteyner taşıyor. Buradan Ankara’ya git gel olacak kadar tırdaki yükü bir gemiye yükleyebiliyoruz şu anda. Her birimiz aslında dünyayı, kainatı birer su mühendisi gibi, taşları taş mühendisi gibi farklı madenleri farklı maden mühendisi gibi okursak onların arkasındaki nedeni ya da hangi el tarafından bizim için nasıl gönderildiğine dair soruların cevaplarını görür ve bundan çok büyük bir keyif alırız. O zaman bu okumanın adı hikmet olur. O zaman bu okumayla suya, yağmura bundan sonra daha büyük bir tatlılıkla, daha büyük bir keyifle, daha büyük bir lezzetle rahmet adını verir ve kıymetini daha çok görürüz. Bundan sonradır ki o içtiğimiz suyun her bir damlasını bizim için özel bir iltifatla yaratılmış ve gönderilmiş diye gördüğümüz için daha dikkatli kullanır, israf etmemeye çalışırız. Bize verilen emanetleri bu sefer bizden sonrakiler de emin olmak sıfatıyla kullanır ve sağlam olarak teslim ederiz. O zaman biz de o rahmeti hak edenlerden oluruz diye düşünüyorum. Böyle bir bakışın sadece ilahiyatçıların ya da din adamlarının değil ‘Bu dünyada varım, ben de bir kulum’ diyen herkesin kendi mesleği, branşı, uzmanlığı açısından bakıp her bir maddeyi, her bir yaratılanı öyle görmesi gerekir” şeklinde konuştu.
‘Daha Çok Dikkat Edeceğiz'
Kastamonu Belediye Başkanı Rahmi Galip Vidinlioğlu ise yaşanılan süreçlerin suyun önemi ortaya çıkardığının altını çizerek; “Biz Konya ile su kardeşi olduk. İmzalar attık. Suyun yönetimi, doğal kullanımı, tasarruf etmek çok önemli. Biz de bunları gördükten sonra herhalde bunlara çok daha dikkat edeceğiz” dedi.
Konuşmaların ardından Belediye Başkanı Rahmi Galip Vidinlioğlu, Kastamonu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Kasım Yenigün’e plaket verdi. Programın ardından katılımcılara çorba ve simit ikram edildi.