Eczacılardan kaygılı kutlama
Bilimsel Eczacılığın 178'inci Yılı münasebetiyle, 26'ncı Bölge Kastamonu-Çankırı-Karabük Eczacı Odası, Cumhuriyet Meydanı'ndaki Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı'na çelenk sundu. Çelenk sunma törenine 26'ncı Bölge Kastamonu-Çankırı-Karabük Eczacı Odası Başkanı İhsan Orkun Yılmaz ve oda mensupları katıldı. Çelenk sunumunun ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşı okundu. İhsan Orkun Yılmaz, sonrasında konuşma gerçekleştirdi. 'ECZACILIK HİZMETİ ÜRETMEYE DEVAM...
Bilimsel Eczacılığın 178’inci Yılı münasebetiyle, 26’ncı Bölge Kastamonu-Çankırı-Karabük Eczacı Odası, Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı’na çelenk sundu. Çelenk sunma törenine 26’ncı Bölge Kastamonu-Çankırı-Karabük Eczacı Odası Başkanı İhsan Orkun Yılmaz ve oda mensupları katıldı. Çelenk sunumunun ardından saygı duruşu ve İstiklal Marşı okundu. İhsan Orkun Yılmaz, sonrasında konuşma gerçekleştirdi. “ECZACILIK HİZMETİ ÜRETMEYE DEVAM EDECEĞİZ” Bilimsel Eczacılığın 178’inci Yılı ile ilgili açıklamalarda bulunan Eczacı Odası Başkanı İhsan Orkun Yılmaz; “Tarihi ilaçla başlayan, kökleri yüzyıllara dayanan bir mesleğin mensuplarıyız. Ancak Türkiye’de eczacılığın usta-çırak ilişkisi içerisinde öğrenilen bir meslek olmaktan çıkarak akademik bir mesleğe dönüşmesi 1839 yılının 14 Mayıs’ında Mekteb-i Tıbbiye içerisinde açılan eczacılık sınıfına dayanıyor. O günden bu yana yaklaşık iki yüzyıldır halk sağlığını merkeze alan bir perspektifle, sağlığın bireysel ve toplumsal tam bir iyilik hali olduğunun bilinciyle hizmet veriyoruz. Sağlık sisteminin kurucu öznelerinden biri olarak Türkiye’nin dört bir köşesinde hayatın her alanına dokunarak ülkemize ve insanlarımızın sağlığına değer katıyoruz. Dün ve bugün olduğu gibi yarınlarda da insan, toplum ve doğa yararına sağlık, ilaç, eczacılık hizmeti üretmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı. “YENİ MOLEKÜLLER GELİŞTİRMEYE AĞIRLIK VERİLMELİ” 2003 yılında uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programı’na değinen Yılmaz; “Bizler yıllardır yerli ilaç üretiminin ulusal sağlık politikasının temel sacayaklarından birini teşkil ettiğini ifade ediyoruz. Son 15 yılda Türkiye’de ithal ilaç-yerli ilaç dengesinin ithal ilaçlar lehine bozulduğunu görmekteyiz. 2002’de Türkiye’de ilaç pazarının değersel büyüklüğü yüzde 66 yerli ilaç lehine iken 2016’da bu oran yüzde 42’lere kadar gerilemiş; ilaç tüketiminin yüzde 57-58’i değer bazında ithal ilaçtan karşılanır hale gelmiştir. Kutu bazında 2002’de imal ilaçların oranı yüzde 77, 2008’de yüzde 79 iken, 2009’dan sonra sürekli olarak gerileyerek yüzde 74’lere düşmüştür. Aynı dönemde ülkemizde tüketilen ilaç kutu sayısının yüzde 202 arttığı olgusu ile birlikte değerlendirildiğinde pahalı olan ithal ilaçların oranındaki artışın kamu maliyesine nasıl bir etki ettiğini iyi çözümlemek gerekir. 1990’lardaki Neo-liberal dalga şimdilerde geri çekilirken ve sağlık maliyetleri her geçen gün biraz daha artarken, uluslararası rekabet koşullarında tüm ülkelerin kendi yerli ilaçlarını üretmesi artık stratejik bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır. Ancak Türkiye olarak yerli ilaç üretimini geliştirirken yerli ilacın sadece jenerik ilaçlardan ibaret olduğu gibi bir algıdan da artık sıyrılmamız gerekmektedir. Özellikle katma değeri yüksek, biyoteknolojik ve nanoteknoljik ilaç üretimine ve yeni moleküller geliştirmeye ağırlık verilmeli, bunun için mutlaka ilaç AR-GE’sine yapılan yatırımlar artırılmalıdır. Faz 2 içerisinde hızlanarak devam edecek ikinci husus ise şehir hastaneleridir. Hastaların tam teşekküllü modern sağlık komplekslerinde hizmet alması yurttaşlarımızın sağlığı açısından için elbette doğru bulduğumuz bir yaklaşımdır. Ancak bu devasa sağlık kampüslerinin, hastaların fizik mekân olarak sağlığa erişiminde güçlükler yaratabileceği ve salt hastane işletmeciliği perspektifi ağır bastığında sağlık hizmet sunumunun bir bakıma özelleşmesi sonucunu doğurabileceği gözlerden uzak tutulmamalıdır. Bu anlamda Türkiye’de hâlihazırda kişi başına düşen yatak sayısı OECD ortalamasının altında iken var olan hastanelerin kapatılmasından vazgeçilmelidir. Bu anlamda şehir hastaneleri gelecekteki sağlık ihtiyaçlarının karşılanması ve hasta başına düşen yatak sayısının artırılması için bir önlem olarak düşünülmelidir. Şehir hastanesi kampüsü içinde eczane açılmaması biz eczacılar açısından oldukça memnuniyet vericidir. Ancak mevcut durumda, şehir içindeki hastaneler kapandığı ve şehir hastanesinin etrafındaki arsalar da çoktan kapatıldığı için hastane karşısı eczanelerin ciddi bir ekonomik çöküşü ya da eczane göçü olgusu ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmek isteriz. Bu hastaneler açılmadan önce ilaç hizmetinin kesintisizliğini de asla göz ardı etmeden mevcut eczanelerin varlıklarını sürdürebilmesini sağlayacak, hastanenin büyüklüğüne paralel biçimde etrafında açılacak yeni eczaneler için altyapı oluşturacak, kamusal sağlık hizmeti sunan eczanelerin yüksek rant ve ihalelere kurban edilmesini önleyecek bir planlama yapılmalıdır” diye konuştu. “TOPLUMUMUZ REÇETESİZ İLAÇLARA HAZIR DEĞİLDİR” Reçetesiz ilaçlar hususuna da değinen Yılmaz; “Hepinizin yakından takip ettiği gibi zaman zaman alevlenen ve halk sağlığını birebir ilgilendiren bir mesele var: Reçetesiz ilaçlar. Bir süredir reçetesiz ilaç kategorisindeki ilaç sayısının 87’den binli rakamlara kadar çıkartılmasına yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Reçetesiz ilaçların sıklıkla ilaçta reklam ile beraber yürüyen bir olgu olması bizlerde söz konusu ilaçların reklamının serbest bırakılacağına dair endişeler uyandırmaktadır. Türk Eczacıları Birliği olarak geçtiğimiz yıl eczacıların yanı sıra kamu sağlık otoritesinin, ilaç sanayi temsilcilerinin, akademisyenlerin kısacası alanın tüm bileşenlerinin katıldığı çalıştaylar ve paneller gerçekleştirdik. Böylelikle herkesin görüşlerini aktarmasına zemin oluşturmak istedik. Bütün bu tartışmalardan sonra bizim bu konudaki temel yaklaşımımız şudur: Hasta-insan odaklı eczacılık anlayışı çerçevesinde toplum sağlığının, hasta güvenliğinin, ilaca erişim hakkının ve nitelikli ilaç hizmeti sunumunun korunması ve geliştirilmesi dün olduğu gibi bugün de birincil önceliğimizdir. Sağlık okuryazarlığı düşük, ekonomik kaynakları kısıtlı olan toplumumuz reçetesiz ilaçlara henüz hiçbir şekilde hazır değildir. Yapılan bilimsel araştırmalar kendi kendine tedavi çerçevesinde reçetesiz olarak kullanılan ilaçların doğurduğu sağlık risklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bir araştırmaya göre hastaların yüzde 75,5’i doktora veya bir sağlık personeline danışmadan kendi kendine ilaç kullanmaktadır. Yüzde 13’ü kendi kendine kullandığı bu ilaçları yanlış kullanmaktadır. Hastaların yüzde 11’e yakını aynı hastalık için başkalarının kullandığı ilaçları kullanmakta ve yüzde 24,5'i kendisine iyi gelen bir ilacı başkasına önerebilmektedir. Reçetesiz ilaç kategorisinin genişletilmesi; kendi kendine ilaç tedavisine başvuran kimsenin hastalık belirtilerinin altında yatan ciddi durumu fark edememesi, ilaç prospektüslerini okuyamaması veya anlayamaması, yanlış ilaç kullanımı, doz aşımı, ilaç-ilaç etkileşimi, ilaç-besin etkileşimi, ilaç ve beraber alkol alması halinde oluşabilecek sorunlar gibi pek çok riske gebedir. Diğer yandan toplumun sağlık okur-yazarlığı düzeyi göz önünde bulundurulduğunda, ilaçların herhangi bir ticari ürün gibi reklamının yapılması, ilaç kullanımının artmasına bağlı olarak ilaçlardan kaynaklı sorunları ve tedavi gerekliliğini, dolayısıyla hem kişilerin hem kamunun sağlık maliyetlerini artıracaktır. Türkiye’de okuryazarlık oranı zorunlu eğitime rağmen ilkokul 3,5, sağlık okuryazarlığı oranı ilkokul 2 seviyesindedir. Sağlık okuryazarlığı ilkokul 2 olan bir ülkede ilaçta reklamın yaratabileceği felaketler iyi düşünüp taşınılmalıdır. İlaç şirketlerinin Dünya çapında pazarlama faaliyetleri için harcadığı miktar 2011 yılında 92 milyar dolar, 2014 yılında 98,3 milyar dolardır. İlaçta reklam dolayısıyla 429,4 milyar dolarlık satış gerçekleştirilmiştir. Oysa ilaç şirketlerinin ar-ge’ye ayırdığı kaynaklar pazarlamaya ayırdığı kaynaklarının yarısı kadardır. Bu rakamlar oldukça düşündürücüdür. O nedenle yarın iyice ağırlaşacak, dallanıp budaklanacak, ceremesini çok acı bir biçimde çekeceğimiz sağlık riskleri, hatta ölümler ile karşılaşmak istemiyorsak reçetesiz ilaç, ilaçta reklam ve internetten ilaç satışına yönelik girişimlere izin verilmemelidir. İlaç hekim reçetesiyle eczacı kontrolü ve danışmanlığında hastaya sunulmalıdır. Tüm meslektaşlarımızın 14 Mayıs Bilimsel Eczacılık Günü’nü kutluyor; halkın gözü kulağı olarak ilaç ve eczacılık alanındaki gelişmeleri dikkatle izleyip, toplumu doğru bilgilendirme ve kanalize etme noktasında bizlerden desteğini esirgemeyen değerli basın mensuplarına bir kere daha teşekkür ediyoruz. Halkımıza sağlık dolu günler diliyoruz” şeklinde konuştu.