Ciddi Bir Halk Sağlığı Problemi!
Kastamonu-Çankırı Tabip Odası Başkanı Dr. Ahmet Özden, obezite ile ilgili olarak açıklamada bulundu.
Kastamonu-Çankırı Tabip Odası Başkanı Dr. Ahmet Özden, obezite ile ilgili olarak açıklamada bulundu.
Kastamonu-Çankırı Tabip Odası Başkanı Dr. Ahmet Özden obeziteye değinerek; “Şişmanlık tıbbi terminoloji ile Obezite çağımızda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin başını ağrıtacak en önemli Halk Sağlığı problemi olmaya doğru hızla ilerlemektedir. Obezite kabaca tarif edilecek olursa aldığımız besin değerinin, harcadığımızın üstünde kalmasına bağlı olarak vücudun yağ miktarının anormal olarak artması şeklinde tarif edilebilir. Bunun neticesinde şişman bireylerin tespitinde kullanılan vücut/kitle indeksi olarak bilinen boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının belli bir oranın üstüne çıkması durumu ortaya çıkar. Beslenme; Anne karnına düşmekle başlayan ömrün sonuna kadar devam eden yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Dengeli beslenme tüm canlıların büyümesi, gelişmesi, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürebilmesi için gerekli olan besinleri ihtiyacı kadar ve orantılı bir miktarda alması olarak tarif edilebilir. Günümüzde gelişmiş toplumlarda, zaman ve birbiri ile yarış içinde olan insanoğlu ‘fast food’ ayak üstü atıştırma kültürünü geliştirir ve yaygınlaştırır iken, ne acıdır ki sosyoekonomik olarak geri kalmış ülkelerde ise gıdaya ulaşamamak ve buna bağlı ‘nutrisyonel yetersizlikler’ gündeme gelmektedir. Doymak bilmeyen ve yaşamak için bile gıda ihtiyacını karşılayamayan bu iki uç durum neticesinde de beslenme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Bu vesile ile obeziteyi bir Halk Sağlığı problemi gördüğümüzü ifade ederken açlık içinde kıvranan insanlara el uzat-a-mamayı da bir insanlık problemi olarak gördüğümüzü not düşelim. Beslenme; karın doyurmak, bir şeyler atıştırmak, halk arasında çok güzel bir şekilde abur-cubur olarak tarif edilen canının istediği şeyleri zamansız olarak yeme-içme işi olarak görülmemelidir. Hastalık (şeker, tansiyon vb), yapılan faaliyetlere (spor, aşırı güç gerektiren işler) bağlı olarak, mevsimsel değişiklikler (sıcak havalarda su ihtiyacının artması gibi) ya da gebelik gibi olağanüstü durumlara uygun olarak insanların yaşına, cinsiyetine, yaptığı işe, genetik ve fizyolojik özelliklerine göre değişen günlük enerji ihtiyacını karşılaması için uygun besinleri tüketme işi olarak değerlendirilmelidir. Yağ dokusunun belli bir oranın üstüne çıkması olarak da tarif edilebilecek şişmanlık sadece beslenme faktörleri ile değil hareketsiz bir yaşam şeklinin de hayatımızın bir parçası olması ile gün geçtikçe engellenemez şekilde yayılan bir Halk Sağlığı problemi olmaya doğru hızla ilerlemektedir” dedi.
‘Beslenme Şeklimizi Mutlaka Gözden Geçirmeliyiz’
Açıklamalarına devam eden Özden; “Obezite kalp damar hastalıkları, şeker hastalığına yatkınlık/şeker hastalığı, yüksek tansiyon gibi birçok hastalığın altında yatan ya da hastalığın takip/tedavisini güçleştiren bir faktör olarak karşımızda çıkmaktadır. Bel çevresinin artması kronik hastalıklar için riskin logaritmik bir şekilde tırmanışa geçmesi anlamına gelmektedir. Ülkemizde Akdeniz ve Doğu/Güneydoğu Anadolu’da nispeten daha az görülen, Orta Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde daha sık olarak karşımıza çıkan obezite beslenme kültürümüz ile de yakından ilişkilidir. Pilav ile ekmek yiyen bir toplumun şişmanla-ma-ması zaten mucizevi bir sonuç olurdu. Maalesef ki ülkemizde obezite/ obezite sınırında olan insanımızın nerede ise nüfusumuzun %30’larına yaklaştığı görülmektedir. O yüzden beslenme şeklimizi mutlaka gözden geçirmeliyiz. Bu manada annelerimizin ciddi bir emek sarf etmesi, gerçekten bizler ve bizden etkilenen ileri ki nesillerin bu problem ile baş edebilmesinin ilk aşaması olabilir. Özellikle önümüzdeki günlerde bizi bekleyen Ramazan ayı da kendi kültür ve inanç sistemimizde beslenme noktasında dikkat edilmesi gereken özel bir zaman dilimidir” ifadelerini kulandı.
Oruç Ve Beslenme
Oruç ve beslenme ile ilgili de açıklamada bulunan Özden; “Oruç sağlık veya manevi amaçlarla her türlü yeme içme faaliyetinden uzak durma ya da kısıtlama olarak uygulanan ve neredeyse tüm medeniyetlerde öyle ya da böyle var olan bir durumdur. Eski Yunan'da tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat, enfeksiyonlar ve ani ortaya çıkan hastalıklar için oruç tutmayı önerirdi. Hatta bazı hastalıklarda iştahın azalması iyileşmeye sürecine vücudun verdiği reaksiyon olarak doğal oruç tutma isteği gibi görülmektedir. Geçmişte ve günümüzde modern tıp ve diyet uzmanları çeşitli oruç şekilleri ile alakalı araştırmalar yapmakta ve deneyimlerini paylaşmaktadır. Oruç birçok farklı mekanizma üzerinde metabolizmayı düzenlerken vücudun yenilenmesi için gereken süreci de başlatan bir durum olarak bildirilmektedir. O yüzden sağlıklı bir yaşam için farklı kültür ve geleneklerde önerilen oruç tutma hadisesini de iyi idrak etmek önemlidir. Ani ve aşırı beslenme yada uzun süre sahur yapmadan oruç tutma gibi durumlar başta kronik hastalıkları olan kimseler olmak üzere insanlar üzerinde bazı etkiler oluşturabilir. Küçük çocukların, gebe veya emziren kadınların, yaşı ileri ve düşgünlüğü olanların oruç tutup tutmamaları iyi bir değerlendirme süreci neticesinde kararlaştırılmalı, sağlığı açısından risk oluşturuyor ise bu kişiler oruç tutmamalıdırlar. Özellikle kronik hastalıklar grubundan diyabet, tansiyon ve düzenli ilaç kullanması gerekenlerin mutlak suret ile hekimleri ile durumu değerlendirip oruç tutup tutmamaya karar vermeleri en isabetli yol olacaktır. Yeterli ve dengeli beslenme için öğünlere dikkat etmek önemli iken Ramazan gibi uzun süren açlığı takiben iftar sahur arasında kalan zamanı araya serpiştirilen birkaç öğün ile tamamlamak ve sahur yapmak önemlidir. Sahur yap-ma-mak ya da sahuru geçiştirmek çok uygun değildir. Çünkü uzun süreli olan açlık, kan şekerinin daha erken saatlerde düşmesine ve buna bağlı olarak günün geri kalan kısmının vücudun buna verdiği tepkiler nedeniyle bazı insanlarda daha zor geçirilmesine neden olabilmektedir. Buna karşın sahurda halk tabiri ile kuvvetli beslenmek, ağır yemeklerden oluşan sofraları tercih etmek kilo alma ile sonuçlanabilir. Sahurda süt ve süt ürünleri, yumurta, tahıl oranı yüksek ekmekler tercih edilmelidir. Çorba, zeytinyağlılar, probiyotik açısından zengin yoğurt ve mevsim salatadan oluşan bir sofra daha sağlıklı olacaktır. Kuvvetli olarak tabir edilen aşırı yağlı, tuzlu ve ağır yemekler, hamur işlerinden kaçınmak tavsiye edilen bir husus iken, kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur pilavı gibi yemekleri tüketmek erken acıktığını ifade eden kişilerde bu hissi biraz daha baskılayabilir. İftarda ise hızlı tüketim ve ağır yemeklerden kaçınmak ana prensip olmalıdır. Buna riayet edilmemesi başta yüksek tansiyon, şeker hastaları için olmak üzere bir takım sağlık problemlerine yol açabilirken, Ramazanda çevremizden bazen duyduğumuz üzere kilo alımı ile de neticelenen tablonun sebebi de olabilir” şeklinde açıklamada bulundu.
Ramazanda Sıvı İhtiyacı
Ramazanda sıvı ihtiyacına değinen Özden; “Her ne kadar bu sene daha serin günlerde oruç tutulacak olsak bile ortam kaynaklı sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak vücut ısısı zaman zaman artmakta ve vücut bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışmaktadır. Oda sıcaklıklarının etkisi ile bile terleme, sıvı kaybı sonucu bulantı, baş dönmesi nadiren de olsa bayılma gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir. Günlük olarak 2-2,5 litre su tüketmek ortalama bir öneri olabilir. Yanı sıra ayran, taze sıkılmış meyve suları, sade soda tüketmekte olası sıvı kaybının önüne geçmek için tercih edilecek alternatif içecekler olarak değerlendirilmelidir. Çocuklar ve ileri yaşlı ama oruç tutan bireylerin su ihtiyaçlarını yeteri kadar fark edememeleri ihtimaline karşın sıvı tüketimi yakınları tarafından iyi takip edilmeli ve susuz kalmalarının önüne geçilmelidir. Oruçlu iken yeteri miktarlarda ve dengeli beslenmeye dikkat edilmeli. Ani ve hızlı tüketim yerine kahvaltı türü ile başlayan ve zamana yayılmış küçük porsiyonlar tercih edilerek iftar ve takip eden öğünler geçirilmeli. Oruç açıldıktan 10-15 dakika sonra et / sebze yemeği veya salatayla devam edebilirsiniz. Hem enerji veren hem de kan şekerini dengeli bir şekilde yükselten bulgur pilavı, kepek oranı yüksek unlu mamüller beyaz ekmek, pirinç pilavı yerine tercih edilebilir. İftarda sütlü tatlılar ya da meyve tatlıları ön planda soframızda olmalı, ağır şekerli ve yağlı tatlılardan uzak durulmalıdır. Sahura mutlaka kalkılmalı ve geçiştirme ile değil bir öğün gibi beslenilmelidir. Sahurda süt ve süt ürünleri, yumurta, tahıl oranı yüksek ekmekler tercih edilebilir veya çorba, zeytinyağlılar, probiyotik açısından zengin yoğurt ve mevsim salatada tüketilebilir. Su tüketimi asla unutulmamalıdır. Suyun yanı sıra daha ziyade süt, ayran, sade soda, taze sıkılmış meyve suları, ıhlamur ve kuşburnu gibi bitki çayları tercih edilmeli kahve ve kafeinli içecekler bir miktar sınırlandırılmalıdır. Kavrulmuş, yağda kızartılmış ve tütsülenmiş yemekler yerine haşlama ve buğlama tarzı pişirme tercih edilmelidir. İftar yemeğinden birkaç saat sonra hafif spor yapmanın sindirimi kolaylaştıracağı akılda tutulmalıdır. Geleneksel olarak soframızda bulunan hoşaf ve kompostolar ve kuru meyveler beslenme alışkanlığımızdaki değişikliklere bağlı olarak oluşabilecek kabızlık gibi bağırsak problemlerini önlemek için yardımcı olacaktır. Lif oranı yüksek kuru baklagiller, kepekli tahıllar, sebzeler, ceviz, fındık, badem gibi kuru yemişlerde bu noktada rahatlatıcı olabilir. Netice itibariyle obezite maalesef ki hepimizi yakından ilgilendiren sorun olarak karşımıza çıkacak bir Halk Sağlığı problemi, bu noktada her fırsatı değerlendirmek ve yönetmek hekim ve birey olarak çok önemli. Dengeli ve düzenli beslenme mutlak suretle günlük aktivitemizi hafif sporlar ile destekleme ile sürdürmek kıymetli… Her daim hekimler, diyet uzmanlarınızdan destek alabileceğinizi unutmamanızı hatırlatıyor, bu vesile ile herkesin sağlıklı, huzurlu ve güzel bir Ramazan Ayı geçirmesini diliyorum” dedi.