571'nci Yılında Fatih Ve Fetih Anlatıldı

Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı (TÜRKAV) tarafından İstanbul'un Fethi'nin 571'nci yıldönümü münasebetiyle '571'nci yılında Fatih ve Fetih' konulu söyleşi gerçekleştirildi.

Söyleşi saygı durusu ve İstiklal Marşı’nın ardından Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı.
Daha sonra Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Kıldıroğlu tarafından “571’nci yılında Fatih ve Fetih” konulu sunum gerçekleştirildi.

Doç. Dr. Mehmet Kıldıroğlu sunumunda; “Fatih II. Murat’ın altı oğlundan biridir ve en büyük olanıdır. Sultan II. Murat 1444 yılı Temmuz sonlarında Karamanoğlu ile yaptığı anlaşmadan sonra Ağustos başlarında Yenişehir’den Mihaliç ovasına gelmiş, henüz 12 yaşında genç bir şehzade olan oğlu II. Mehmet lehine tahttan feragat ettiğini bildirerek kendisini Bursa’da ibadete adamıştır. İki yıllık (1444-1446) bir hükümdarlıktan sonra Vezir Çandarlı Halil Paşa’nın ve diğer vezirlerin Murat Bey’i Edirne’ye davet etmesi üzerine tahtı bırakmak zorunda kaldı. II. Murat 2 Şubat 1451 yılında yakalandığı bir hastalıktan dolayı 48 yaşında hayata veda etti. Onun döneminde Edirne’de bulunan Yenicami (Üç şerefeli cami) ve 392 metre uzunluğunda, 174 gözden oluşan Uzunköprü inşa edilmiştir. Aynı zamanda Doğu’dan pek çok ilim, sanat adamı ve tarikat erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmışlardır. II. Murad Edirne’de ölünce 18 Şubat 1451’de yerine büyük oğlu II. Mehmet (Fatih) ikinci defa hükümdar oldu. II. Mehmet ilk hükümdarlığı döneminde kendisini tahttan indirmiş olan Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa’yı azletmeyerek yerinde bıraktı. Çünkü saltanat değişikliğinden doğacak birtakım sarsıntıları kolayca atlatmakta onun bilgi ve tecrübesinden faydalanmak istiyordu. Genç padişah Çandarlı’ya dokunmamakla birlikte onun taraftarlarını iş başından uzaklaştırmaktan da geri kalmadı. II. Mehmet yüksek bir ilim muhitinde iyi bir tahsil görmüş, derin bir Türk-İslam şuuru içinde yetişmişti. Babası ona tecrübeli devlet adamlarının yanı sıra maddi manevi üstünlüğe sahip sağlam bir devleti de bırakmıştı. İlk hükümdarlığı döneminde ve özellikle Varna Zaferinden sonra genç hükümdar İstanbul’un fethini kafasına koymuş, fakat çok geçmeden tahttan indirilip Manisa’ya çekilince bu mesele daha sonraya kalmıştı. Aynı yıllarda Bizans’ta da saltanat değişikliği olmuş, 1448’de ölen imparatorun yerine Dragazes lakabı ile tanınan oğlu XI. Konstantin Paleologos geçmişti (1449). Bu sırada Bizans İmparatorluğu Osmanlı Devletinin gittikçe genişlemekte olan toprakları arasında sıkışıp kalmıştı. Bütün imparatorluk Marmara sahilindeki bazı kasabalar ile sadece İstanbul’dan ibaretti” dedi.

'İstanbul'un Osmanlı Devleti'ni Elinde Bulunması Geerekiyordu'

İstanbul’un önemine değinen Kıldıroğlu; “İstanbul’un Anadolu’da ve Rumeli’de geniş topraklara sahip bulunan Osmanlı Devleti’nin elinde bulunması gerekiyordu. Çünkü devletin her iki yakadaki toprakları ancak bu suretle birbirine bağlanırdı. Balkanlarda Türklerin kesin yerleşmeleri de yine ancak böyle sağlanabilirdi. Öte yandan Bizans İmparatorları Osmanlı Devleti aleyhine fitne ve tahriklerden geri kalmıyorlar, Selçukluların Anadolu’da Osmanlıların da Rumeli’nde yerleşmelerinden beri ardı arkası kesilmeyen haçlı seferleri çoğu kez İstanbul’da hazırlanıyordu. Bizans İmparatorları Anadolu’da Türk birliğinin kurulmasını önlemek için birkaç defa Anadolu beyliklerini Osmanlılar aleyhine isyana teşvik etmişlerdi. Ayrıca Saltanat iddiasında bulunan şehzadeleri himaye ederek Osmanlı Devletini iç savaş tehdidi altında tutmuşlardı. Askeri bakımdan son derece önemli İstanbul Boğazı Bizanslılar elinde kaldıkça Osmanlı Devleti’nin güvenliği her zaman tehlikede olacaktı. Osmanlılar Anadolu’dan Rumeli’ye asker sevkinde büyük güçlüklerle karşılamışlardı. Asker sevki konusunda Ceneviz ve Venedik gibi denizci devletlerden gemi kiralamak zorunda kalıyorlardı. Diğer taraftan deniz yolu ile gelebilecek bir Haçlı ordusunun Bizans toprakları üzerinde Rumeli’de Türkleri arkadan vurmaları mümkündü. Osmanlılar böyle bir harekâtı önleyebilecek donanmaya da sahip değillerdi. İşte bunlardan dolayı İstanbul bir deniz üssü olabilirdi. İstanbul öteden beri kara ve deniz ticaret yollarının üzerinde bulunması sebebiyle ekonomik bakımdan da büyük önem taşıyordu. Buranın Türklerin eline geçmesi ekonomiye önemli ölçüde canlılık getirecekti. Nihayet Peygamberimizin ‘Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır! Onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!’ sözleri İstanbul’un alınmasına kutsi bir anlam da kazandırmıştı. İşte bütün bunları dikkate alan II. Mehmet Türkler için hayati önem taşıyan İstanbul’un fethi meselesini kesin halletmeye karar verdi” ifadelerini kullandı. 

'İstanbul'un Surlarını Yıkacak Güçte Toplar Döktürüldü' 

Sözlerine devam eden Kıldıroğlu; “II. Mehmet başta Bizans olmak üzere Edirne’ye kendisini tebrike gelen yabancı devletlerin elçilerine oldukça yumuşak davrandı. Bu siyaseti ile hazırlıklarını daha rahatça tamamlayabileceğine inanıyordu. Esasen Osmanlı Devletinin komşuları saltanat değişikliğinden bir bunalım doğacağını ümit ederek bundan faydalanma yollarını aramaktaydılar. Padişah böyle bir duruma fırsat vermemek için Bizans İmparatoru ve Sırp despotuna bazı tavizler verilmesine göz yumdu. Bu arada Venedik ile 10 Eylül 1451’de yapılan anlaşmayı yeniledi. 20 Kasım 1451’de de Macarlar ile de üç yıllık bir mütareke imzaladı. Öte yandan Osmanlıların her sıkıntılı halini fırsat bilen Karamanoğulları da saltanat değişikliğinden faydalanmak istediler. Karamanoğlu İbrahim Bey evvelce II. Murat tarafından zapt edilmiş olan toprakları geri almak üzere harekete geçti. Alaiye (Alanya) üzerine yürüdü. Bu arada Aydın, Germiyan ve Menteşe Oğulları ailesine mensup bazı beyleri Batı Anadolu’ya göndererek isyanlar çıkarmaya çalıştı. Bunun üzerine genç padişah Karaman topraklarına girdi. İbrahim Bey Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayarak Taş-İli Dağlarına çekilmek zorunda kaldı. Bir müddet sonra da barış istedi. II. Mehmet, vezirleri ve ulemanın aracılığı ile barışa razı oldu. Karaman seferini takiben Edirne’ye hareket eden II. Mehmet Çanakkale Boğazı’nın düşman gemileri tarafından tutulduğunu haber alınca Kocaeli üzerinden İstanbul Boğazı’na geldi ve Anadolu Hisarı’nın tam karşısında derhal bir hisar yapılmasını Zağanos Paşa’ya emretti. Rumeli Hisarı (Boğazkesen-Hisarı) denilen bu kalenin inşasıyla hem bir taraftan öte tarafa geçişler emniyete alınacak hem de Karadeniz’den Bizans’a gelecek yardımlar önlenecekti. 26 Mart 1452’de ordu ve donanma ile gelip burç ve surların inşasına bizzat nezaret eden genç padişahın teşvikleri çok sayıda Türk teknisyen ve işçisinin gayretleri neticesinde dört ay gibi kısa bir zamanda hisarın yapımı tamamlandı. Padişah kuleler, kapılar ve mazgalların yerlerini, önemlerine göre bizzat tespit etti. Halil, Zağanos ve Saruca paşalara doğrudan doğruya sorumluluk vererek üç büyük kule inşaatını onlara yaptırdı. Bu yeni kaleye top ve topçu yerleştirildi. Hisar’ın kumandanlığına Firuz Ağa tayin edilip mahiyetine asker ve cephane verildi. Boğaz’dan geçecek bütün yabancı gemiler izne tabi tutuldu. Nitekim izinsiz Boğaz’ı geçmek isteyen bir Venedik gemisi atılan bir gülle ile batırıldı. Rumeli Hisarı’nın tamamlanmasından sonra İstanbul’u seyre çıkan Osmanlı askeri ile Bizans halkı arasında olaylar çıkmış Padişah hisar dizdarı Akçaylıoğlu Mehmet Bey’i göndererek İstanbul kapıları civarında rast geldiği kimseleri sürdürmüştür. Bu olay üzerine köyleri boşaltıp halkını da surların içine çeken Konstantin Dragazes İstanbul’un kapılarını kapattırmış ve acele ile surları da tamir ettirmiştir.  Genç padişah emrindeki kuvvetlerle İstanbul surlarını denetleyip gerekli tedbirleri aldıktan sonra Edirne’ye dönmüş ve burada büyük bir divan toplayarak İstanbul’un kuşatılması hususunu müzakere etmiştir. İstanbul’un kesin fethi üzerinde duran II. Mehmet, Zağanos ve Şehabeddin Paşalar tarafından desteklenmesine karşılık Çandarlı Halil Paşa’nın liderliğindeki ihtiyatlı devlet adamlarının muhalefetiyle karşılamıştı. Edirne meclisinde savaş kararı alındıktan sonra bütün beylerbeyi, sancakbeyi ve subaşılara emirler yazılarak bahara kadar toplanmaları emredildi. İslam âlemine haber verildi. İstanbul surlarını yıkacak güçte toplar döktürüldü. Dökülen bu toplardan bazıları o derece büyüktü ki her birini 40-50 çift öküz veya 2 binden fazla insan çekiyordu” şeklinde konuştu. 

'67 Gemi Karadan Çekilmek Üzere Kasımpaşa Sırtlarından Haliç'e İndirildi' 

İstanbul kuşatması hakkında da bilgi veren Kıldıroğlu; “Bütün kışı savaş hazırlıkları ile geçiren II. Mehmet, 23 Mart 1453 Cuma günü, yanında Akşemseddin, Akbıyık ve Molla Gürani gibi büyük alimler olduğu halde muazzam ordusunun başında Edirne’den hareket etmiş ve 5 Nisan’da Topkapı önüne gelerek otağını kurdurmuştur. 80 binden fazla olduğu kabul edilen Osmanlı kara kuvvetlerinin harekâtı düzenli bir plan dâhilinde cereyan etmiştir. Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa ile Mahmud Paşa kumandalarındaki Anadolu askeri Yedikule’den Marmara sahilindeki Mermerkule’ye kadar olan sahada mevzilenmiş, Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Bey emrindeki Rumeli askeri de Haliç sahilindeki Ayvansaray kapısından itibaren Tekfur Sarayı’nın bulunduğu yerlere çadır kurmuştu. Padişah ise beraberinde Vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa ile ordunun en seçkin okçuları olduğu halde Topkapı ile Edirnekapı arasında yer almıştı. Zağanos Paşa emrindeki kuvvetler Beyoğlu ile Kasımpaşa sırtlarına yerleştirilmiş, diğer bir kuvvet de Galata Burnu’ndan Kâğıthane Deresinin Haliç’le birleştiği noktaya kadarki kısmın gözetilmesine memur edilmişti. Baltaoğlu Süleyman Bey emrindeki Osmanlı Donaması ise Mermerkule’den zincirin bulunduğu mevkiye kadar hemen bütün Marmara sahil boyundaki surların nezareti ve Bizans Donanması’nın tahribiyle görevlendirilmişti. Bu arada uzun demir toplar, çeşitli harp makinaları, mancınıklar ve birtakım yürür kulelerle takviye edilen muhasara topları, Edirnekapı ile Tekfur Sarayı arasındaki surlara Bayrampaşa Deresi ile Topkapı arasındaki mevkilere yerleştirilmiştir. Genç padişah kuşatma hazırlıklarını tamamlayınca Mahmut Paşa’yı elçi olarak imparatora göndererek boş yere kan dökülememesi için İstanbul’un teslimini istedi. İstanbul’un kuvvetli surlarına ve Avrupa’dan gelebilecek yardıma güvenen imparator padişahın teklifini reddetti. Ancak tayin edilen vergiyi verebileceğini, İstanbul’dan vazgeçildiği takdirde Bizans’a ait bütün kaleleri Osmanlılara terk edebileceğini ve Türklere tabi olacağını bildirdi. Sultan Mehmet görüşmelerden bir sonuç çıkmadığını görünce tellallar vasıtasıyla kuşatmanın başladığını bildirdi. 6 Nisan 1453 günü müthiş Türk toplarının ateşlenmesiyle mücadele başladı. Yuvarlak taş gülleler fırlatan Türk topları Bizans surlarını zedeliyor, okçular da surların mazgallarına durmadan ok yağdırıyordu. 11 Nisan’da padişahın emriyle büyük toplar Silivrikapı ile Topkapı taraflarına nakledildi. Öte yandan 12-18 Nisan arasında Marmara’dan gelip Beşiktaş önünde toplanan donanmadan ayrılan bir kısım Boğaziçi’nde Tarabya ve Rumelikavağı gibi yerleri zapt ettiği gibi Baltaoğlu Süleyman Bey’in emrinde bulunan asıl kısmı da Büyükada’nın kalesini fethetmiştir. İstanbul’a karşı ilk genel hücum 18 Nisan’da yapılmış, 20 Nisan’da ise ilk deniz savaşı gerçekleşmiştir. Papa tarafından İstanbul’un savunmasına tahsis edilen 3 Ceneviz ve 1 Bizans gemisinin Yenikapı açıklarında cereyan eden savaşta Osmanlı Donanması tarafından tutulamayarak Haliç’e girmeleri Osmanlı ordugâhında sıkıntı çıkmasına sebep oldu. Bu deniz mağlubiyetine son derece üzülen padişah gemilerin Haliç’e girmesinden sorumlu tuttuğu Baltaoğlu Süleyman Bey’i azlederek yerine Gelibolu’lu Sancakbeyi Hamza Bey’i tayin etti. Padişah mağlubiyetten doğan buhranı yatıştırmak çarelerini aradığı sırada, fırsattan istifade ile yeni bir barış teşebbüsünde bulunan imparatorun teklifini görüşmek üzere divanı topladı ve başından beri harbe taraftar olmayan Çandarlı Halil Paşa başkanlığındaki muhalif grubun fikirlerine başvurmak zorunda kaldı. Halil Paşa kuşatmanın uzaması halinde Batı’dan büyük kuvvetler gelebileceğini belirterek Bizanslıların senede vermeyi kabul ettikleri 70 bin altın vergi ile yetinilmesini teklif etti. Halil Paşa’nın rakipleri Zağanos ve Şehabeddin Paşalarla Akşemseddin ve Molla Gürani bu fikre karşı çıkarak padişahı desteklediler. Bunun üzerine imparatorun barış teklifleri reddedilerek kuşatmaya devam edilmesi kararlaştırıldı. İşte bu deniz mağlubiyetinin arkasından 21 Nisan’ı 22 Nisan’a bağlayan gece içinde 67 gemi karadan çekilmek üzere Kasımpaşa sırtlarından Haliç’e indirildi. Bu suretle Haliç’e inen Osmanlı Donanması Latin gemicilerin düzenlediği 28 Nisan baskınını başarısızlığa uğratmış, müdafilere dehşet saçarak şehrin deniz tarafından da muhasarasını sağlamıştır. Bir taraftan donanmanın ani görünüşü diğer taraftan da Kumbarahane ile Defterdar arasında bir köprünün inşası üzerine müdafiler arasında ümitsizlik belirmiş, halk ise paniğe kapılmıştır” dedi.

İstanbul'un Fethi 

İstanbul’un fethini anlatan Kıldıroğlu; “Asıl büyük savaş 30 bin kişilik bir kuvvetin Bayrampaşa Deresi üzerindeki surlara tırmanması ile başladı. Bunu 12 Mayıs’ta 50 bin kişilik diğer bir kuvvetin Tekfur Sarayı ile Edirnekapı arasındaki surlara hücumu takip etti. Müdafilerin direnişi yüzünden bu hücumlar başarısızlıkla sonuçlandı. 16 Mayıs’tan itibaren karşılıklı lağım muharebeleri başladı. Bütün bunlardan sonra genç hükümdar İstanbul’un fethi ile sonuçlanacak genel bir taarruza karar verdi. 23 Mayıs’ta İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i genel hücumdan önce insanlık vazifesini yerine getirmek üzere imparatora gönderdi ve onu genel bir hücumun doğuracağı dehşet ve felaketlerin sonucunu düşünmeye sevk ettikten sonra bütün malları ve hazineleri ile istediği yere mesela Mora’ya çekilmek şartı ile şehri teslime davet etti. İmparator bu teklifi reddetti. Bu arada Macar kralı V. Ladisios da Osmanlı ordugâhına elçiler göndererek Osmanlıları yeni bir haçlı seferi ile tehdit etmiştir. Genç padişah 27 Mayıs Pazar günü toplanan divanda meseleyi müzakere edip kendisine taraftar olanların isteği ile kuşatmanın devamına karar verilmiştir. Burada bir konuşma yaptıktan sonra gazileri savaşa teşvik eden hükümdar komutanlara da zapt edecekleri mevkileri bizzat gösterdi. Padişah talimatı gereğince Donanma Kumandanı Hamza Bey gemileri ile surlara yaklaşıp düşmanı tespit edecek. Zağanos Paşa Haliç surlarını zorlayacak, Karaca Bey de Bayrampaşa Deresi arkasındaki yıkılmış surlara hücum edecekti. İshak ve Mahmut Paşalar da kuvvetleri ile birlikte surlara tırmanacaklardı. Padişah herkesin kendi çadırlarına giderek dinlenmesini sabah erkenden kalkıp asker saflarını dizmesini emretmiş, özellikle alınacak tertibatın etrafa sızmaması konusunda ilgilileri uyarmıştır. 28 Mayıs günü sakin geçmiş olmasına rağmen geceleyin ordugâhta fener, kandil, mum ve muazzam ateşler yakılarak hendekler civarına silahlar taşınmış son hücum için her türlü hazırlık tamamlanmıştır. Bu önemli kuşatma süresince Türk askerlerinin tekbir sedaları savaş naraları, davul, kös ve boru sesleri İstanbul semalarına yayılıyor, bu durumdan Bizans halkı ürperiyordu. Nihayet sabaha karşı kalkarak dini vecibeyi yerine getiren hükümdar kılıcını kuşanıp atına bindikten sonra yanında Çandarlı ile Saruca olduğu halde hücum yerine geldi. Şafakla başlayan topçu ateşini müteakip Türklüğün ebedi şiarı olan sancak kılıfından çıkarıldı; davul ve mehter takımlarının çaldıkları savaş havaları ile kulakları sağır eden kös seslerine karışan tekbirler arasında bunca savaş görmüş Türk askeri hendekleri birer birer aşarak surlara merdivenleri dayadı.  Öte yandan Yalıkapısı’ndan Samatya’ya kadar olan deniz hattı Hamza Bey, Haliç suları da Zağanos Paşa emrindeki zırhlı azaplar tarafından tazyike başlanmış, zırh gömlek giymiş Anadolu askeri ise 50 bin kişiden ibaret saflar halinde Bayrampaşa Deresi vadisinden Topkapı civarındaki surlara hücum etmişlerdi. Müthiş Türk hücumlarının yapıldığı bir sırada Yalıkapı ile Topkapı arasında açılan gedikler civarında bulunan Konstantin Dragazes müdafaa tedbirlerini sıklaştırmak istemiş ise de başarılı olamamıştır. İşte bu sıralarda Ulubatlı Hasan adında bir yeniçeri surların üzerine çıkarak Türk bayrağını kale burcunda dalgalandırdı. Bizanslılar bu kahramanı şehir ettiler. Topkapı’dan Eğrikapı’ya kadar uzanan saha içinde boğuşmalar cereyan etmiş müdafiler Topkapı yanındaki gedikten içeri girmeye muvaffak olan Osmanlı kuvvetlerinin hücumları karşısında birbirlerini çiğneyerek panik halinde şehre doğru kaçmaya başlamışlardır. İmparator bu karışıklıklar sırasında hayatını kaybetmiştir. Bu suretle açılan kapılardan hızla şehre giren birlikler Aksaray Meydanı’nda birleşip hep birlikte şuraya buraya kaçışan halkın ardından Ayasofya’ya doğru ilerlemişlerdir. Türkler 29 Mayıs Salı günü öğleden sonra bütün şehre hâkim oldular. Genç padişah Bizans imparatorluğunun servetine hukuken sahip olarak Topkapı’dan merasimle İstanbul’a girdi ve doğru Ayasofya’ya gitti. Olaylara şahit Polonyalı yeniçerinin belirttiğine göre patrik, ruhban ve halkın toplanmış bulunduğu bu kilisenin önünde atından inen Fatih, yerlere kapanarak ağlayan halka eliyle susmalarını işaret etmiştir. Bundan sonra Fatih patriğe: “Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet, sana arkadaşlarına ve bütün toplananlara söylüyorum ki, bugünden itibaren artık hayatınız ve hürriyetiniz için benim gazabımdan korkmayınız” şeklinde bir hitapta bulunmuştur. Ayrıca başta paşalar ve sancakbeyleri olmak üzere askerlerine halka hiçbir kötülük yapmamalarını, halkın ise rahat ve huzur içinde evlerine gitmelerini emretmiştir. Ayasofya’ya karşı saygılı davranarak buraya zarar vermek isteyen bir askere bizzat engel olan Fatih, bu mabedin Cuma günü ibadete açılabilecek şekilde düzenlenmesi emrini vermiştir” dedi.

Kastamonu Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Kıldıroğlu’nun anlatımından sonra TÜRKAV Şube Başkanı Kamil Çonkor tarafından programa katkılarından dolayı Doç. Dr. Mehmet Kılıçdaroğlu’na teşekkür belgesi takdim edildi.
 

Bakmadan Geçme